ERZİNCAN’IN TARİHSEL GEÇMİŞİNİN ANAHATLARI

Outlines of Erzincan's Historical Past

Tahir Erdoğan ŞAHİN

         İlk Çağ Dönemi’ne ait yerleşimler Erzincan Ovası’nı çevreleyen dağların eteklerinde var olmuşlardır. Ovanın merkezî kenti, yani Erzincan, başta deprem olmak üzere yaşanan doğal süreçler ve toplumsal alt üst olmalar nedeniyle belli bir mevkide konumlanmamış, ovanın çevresinde farklı alanlarda yeniden inşa edilerek bugüne kadar gelmiştir. İlk yerleşimler özellikle çevredeki dağların eteklerinde kurulmuşlardır.  Bazıları MÖ. IV. bine kadar giden bir geçmişe sahip olan yerleşimlerin çoğu MÖ. II. bine aittir.

        “Erzincan” adı; Arziya’dan  Arzingam, Erzingân ve Eriza gibi telaffuzu fazla değişime uğramadan adını muhafaza etmiş kadim kentlerden biridir. Yine bazı kentler gibi adı korunmakla birlikte; konumuna, özgünlüğüne ve yaşanılan gelişmelere bağlı olarak çeşitli tanımlamalar yapılmış, çeşitli sıfatlar verilmiştir.

         Erzincan ve yöresinde yapılan yüzey araştırmaları en azından Toplumsal ve Kültürel Farklılaşmalar Dönemi’ne (Mezolitik) kadar varabilecek izlere rastlanmasını mümkün kılmaktadır. Her şeyden evvel Erzincan, Uygarlık Öncesi dönemlerde öncelikle elverişli addedilen doğu-batı ve güney, güney batı doğal göç yol güzergâhları üzerinde bir konuma sahiptir. Gerek yerli ve gerekse yabancı arkeologların yeteri kadar araştırıp işlemiş bulundukları Boğazköy, Alişar ve Alaca’sıyla önemli bir mevki kazanan Orta Kızılırmak’la Aşağı Kızılırmak’ın doğuya olan bağlantısının Umraniye-Refahiye-Erzincan üzerinden de sağlanmış oluşu; ve yine Kangal, Kösedağ ve Kelkit’le Kuzey Anadolu bağlantısı olan batı yol düğümünü sınırları içine alması, Erzincan ve yöresinin tarihi önemini artırmaktadır.

         Erzincan’a bağlı Tercan yöresinin kuzey kesim sınırını teşkil eden Pulur havalisinde prehistorik döneme ait materyaller ele geçmiştir. Bu silsile Tokat’a, Sivas’a ve nihayet Anadolu merkezindeki yazılı tarih öncesi yerleşme merkezlerine dek, aralıklı yerleşme noktaları devam etmektedir. Yine Erzincan’ı Kelkit vadisinden Kuzey Anadolu’ya bağlayan kıstaklar, prehistorik açıdan ehemmiyet arz etmektedir.[i]

         Çeşitli arkeolog raporlarında Erzincan Ovası’nın kuzey doğu yerleşim alanlarında MÖ. IV. bine ait ait materyaller ele geçmiştir. Hatta Urartu kentlerinden olan Altıntepe’nin, aynı şekilde bir Tunç Çağı yerleşme merkezinin üzerinde olduğu anlaşılmıştır.[ii] Bu yörede bulunan çanak çömleğin Karaz’da elde edilenlerden farklı ve fakat daha öncesi yüzyıllara ait olduğu tespit edilmiştir.[iii]  Özellikle Refahiye-Köroğlu dere ve vadileri, Tercan-Pulur ve Tercan- Karasu vadileri, Kemah- Erzincan ve Kemah- Kuruçay arası vadileri, Eğin vadileri; yazılı tarih öncesi dönemlere ait iz ve kalıntılarını barındırmaktadırlar.

HURRİLER VE AZZİ/HAYAŞA KRALLIĞI

         Hurrilerin Doğu Anadolu’nun kadim halkı olduğu, Yukarı Fırat Havzası’nda yapılan kazılardan anlaşılmıştır. Yörede MÖ. 6000- 5500  yıl öncesine giden bir kültürün varlığını, bu kültürün 5000’lerde geniş çaplı bir tarım kültürüne evrildiğini arkeolojik verilere dayalı olarak öğrenebiliyoruz.[iv] IV. binden itibaren  yerleşimlerin yoğunlaştığı Anadolu’ya  III. bin  sonlarında  Transkafkasya’dan ve Hazar İç Denizi’nin güneyinden çeşitli Asyatik toplumlar göç etmişlerdir.[v]

         Hititlerin Kızılırmak yayı içerisinde, siyasi faaliyetlerini yayabilmek için uygun bir zemin bekledikleri sıralarda, Hurrilerin Erzincan havalisini de içine alan bölgelerden daha güneylere kayması, onların yerlerini dolduran Hayaşalıların egemen olmasıyla sonuçlanmıştır. Yukarı Ülke’de egemenlik kurmuş bulunan Hayaşa[vi] toplumunun bu bölgenin bilinen kadim halkından ve Hurrilerin yöredeki kalıntılarını içeren kitlelerinden oluştuğunu söyleyebiliriz. XIII. yüzyıl Assur akınları karşısında direniş göstermek için oluşturulan Urartu- Nairi Konfederasyonuna katılan siyasal yapılardan birini de yine Hayaşalılar oluşturmuştur.[vii]

         Azzi/Hayaşa egemenlik alanı; kuzeyde Şebinkarahisar’ın doğusundan Bayburt’a, güneyde Fırat’ın batı dirseğinden başlayarak Çemişkezek’ten Çapakçur (Bingöl)’a kadar uzanmaktaydı. Güneydeki doğal sınırı Murat Irmağı, kuzeydeki doğal sınırı ise Gümüşhane- Soğanlı Dağlarıdır. Kuzeyde Kelkit Irmağı vadisi, kuzey batıda Şebinkarahisar’ın doğusu, batıda İmranlı ve Kuruçay, kuzeydoğuda sınır konumunda Bayburt, doğuda Kopdağı, güney doğuda Bingöl dağlık alanı Hayaşa sınırları içerisindedir. Refahiye, Erzincan, Tercan- Mans yöresi doğrudan Hayaşa ülkesinin merkez hattı içerisinde kalmaktadır.

          Azzi/Hayaşa Krallığı döneminde belirlenen yedi bölge, Urartu ve sonraki yüzyıllar içerisinde de bir ölçüde coğrafi-kültürel kimliğini ve bütünlüğünü muhafaza etmiş, bu bölge adlarının bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. Yedi bölge şunlardır:

  1. Arziya: Erzincan’ın merkez olduğu, Erzincan Ovasıve yakın çevresinin bu merkeze bağlı bulunduğu bölge. Hititkayıtlarında Arziya kast edilerek” Hayaşa şehri harabesi” benzeri ifadelerden, Erzincan Ovası ve çevresinin doğrudan Hayaşa olarak da adlandırıldığı anlaşılmaktadır.
  2. Dukkamma: Refahiye’nin kuzey batısında bugünkü Biçer- Alakilise arasında bulunan Hasanlıhöyük’ün merkez olduğa bölge. Hititkayıtlarında yer ala Urakenti Azzi/Hayaşa Krallığı’nın sınır kenti olarak Dukkamma yerel yönetiminin de uç yerleşimiydi. Şimdiki Eskişar köyündeki eski yerleşim Ura olmalıdır.
  3. Kummaha: Merkezi bugünkü Kemah’la lokalize edilmektedir. Hititbelgelerinde “uru kum ma ha” olarak geçen iki  Kummaha’nın birinin de Kemah olduğu bilinmektedir.[viii] Kummaha Bölgesi’nin sınırları batıda Pahhuwa’ya kadar, güneyde Ovacık’a kadar uzandığını sanıyoruz.
  4. Matien(Miadin, Mans) : Merkezi kenti bugünkü Miadin’dir. Mans (Çayırlı), Tercanve güneyde Kiğı bu bölgeye dahildir. Dinî merkezleri arasında Miadin, Mirciga ve Şirinli bulunmaktadır. Sınırları kuzeyde Kop Dağı’nın batı uzantılarından (Karakulak’ın Azzi’nin doğu kesiminde olması mümkündür), güneyde Kiğı’ya kadar uzanmaktadır.
  5. Batı Azzi: Azzi Bölgesi, batıda, öncelikle Hititegemenliğinde tutulan Tilimra’dan (Şebinkarahisar/ Tamzara) doğuda Bayburt’a kadar Azzi/Hayaşa Krallığı’nın kuzey kesimini teşkil etmektedir. Bugünkü Alucra, Şiran, Kelkit, Köse, Hart (Aydıntepe) ve Bayburt Azzi bölgesi içerisindedir. Hitit belgelerinde Azzi/Hayaşa hakkında verilen bilgilerden bu krallığa bağlı bölge egemenliklerinden de bir ölçüde bilgi edinmek mümkün olmuştur. Dönemin siyasi, idari, kültürel yapısı hakkında erişilen bilgiler ile coğrafi ve arkeolojik buluntuların karakteri üzerinden Azzi Bölgesinin “doğu” ve “batı” olarak ayrımlanması mantıklı görülmektedir. Azzi’nin batısının, yani Alucra, Şiran ve Kelkit’in idarî ve dinî merkezinin Araköy olması ihtimali vardır.
  6. Doğu Azzi: İdarî merkezînin Hartolma ihtimali bulunan Doğu Azzi’nin, bugünkü Bayburt, Köseve Karakulak yörelerini kapsadığı kanaatindeyiz.
  7. Zuhma/Suhma: Batıda Çemişkezek’ten doğuda Kiğı’ya kadar, Pertek, Hozat, Dersim, Mazgirt, Nazimiye, Palu, Karakoçanve Çapakçur’un (Bingöl) kuzey kesimlerini içine almaktadır. Murat Irmağı, güneydeki İşuwa, Meliteneve Kummuh bölgesiyle Azzi/Hayaşa arasında doğal sınırdır.

         MÖ. 1200 yıllarına doğru baş gösteren çeşitli “Demirci/ Denizci Kavimleri”nin göçleri ve baskıları neticesinde Anadolu’da büyük çapta alt-üstler oluşmuş, bu kargaşada Hitit Devleti çökerken, Hayaşa gibi konfederal/parçalanmış yapılar büyük bir belirsizlik dönemine girmişlerdir. Bu istilalardan kaçan bir kısım Hitit halkı, Suriye’nin kuzeyi ve Güney-doğu Anadolu bölgesinde (Fırat-Dicle boylarında) Geç Hitit Çağı diye adlandırılan “kent devletleri” hâlinde bir süre daha siyasî varlığını ad olarak koruyabilmişlerdir.[ix] Hayaşa’ nın kaderi ise yeni Uruatri/Nairi konfederasyonu oluşumu içerisinde belirginleşecektir.

HAYAŞA ÜLKESİ BÖLGESEL YÖNETİMLERİNİN URARTU  BİRLİĞİNE  KATILMASI

         Doğu Anadolu’da Assur baskılarına karşı gösterilen genel tepki bölgenin bazı alanlarında yaşayan halkların Urartu devlet yönetimine alınmasını kolaylaştırmış, IX. yüzyıl boyunca Tuşpa yakınındaki bölgeler bu sisteme dahil edilmişlerdir.

         Menua (MÖ 810-786) döneminde Urartu Devleti genişleme ve gelişme süreci yaşamıştır. Hemen her yöne doğru genişleyen Urartu ülkesine katılan yerler arasında Hayaşa Bölgesi de vardır. Böylece Urartuların batı sınırı Fırat hattına kadar ulaşmıştır.[x] Fırat’ın alt kesimleri, Elazığ- Malatya yörelerinin Urartu sınırlarına katılması ve Urartu- Assur mücadelelerine ilişkin kayıtlar bir ölçüde bu yöredeki gelişmeler hakkında gerekli bilgi edinilmesini sağlamıştır.

         Menua döneminde eyalet valilerinden söz edilmesi, büyüyen devletin yönetimi konusundaki örgütlenme çabalarını yansıtır. Erzincan’ın bölge eyalet yönetiminin merkezi olduğundan kuşku duyamayız. Nitekim Menua ve II. Argişti zamanında Altıntepe’nin o çağa göre oldukça donanımlı yeni bir yönetim merkezi olarak tasarlanıp inşa edilmesi bunu göstermektedir.

         Bugüne kadar gelen arkeolojik verilerin çoğunluğunu eski yerleşimler ve bu yerleşimlerde ele geçen malzemeler oluşturmaktadır. Azzi/Hayaşa diye anılan bölgede bulunan onlarca yerleşim, Anadolu’da  “kaya-kale kent” olarak adlandırabileceğimiz bir kent dokusunun varlığını göstermektedir. Urartular döneminin doğal kayalara yapılan kale kentleri, Azzi/Hayaşa döneminde yapılanlara öykünülerek inşa edilmişler veya var olan bu yapılar yeniden tahkim edilerek kullanılmışlardır.

         Hitit belgelerinde Hayaşa ya da Arziya ile birlikte anılan “Huvaşi”/”zıkın” diye vurgulanan dikilitaşın Anadolu’daki öncüleri de yine Hayaşalılardır. Tapınım kayaları olarak ortaya çıkan bu gelenek, Urartu ve sonrasında saray salonunun girişinde kullanılan steller olarak devam etmiştir. Daha önce bir Hayaşa dönemi yerleşimi üzerinde kurulan Altıntepe, diğer Urartu kentlerinden oldukça farklı ve özgün niteliğe sahiptir. Hiç kuşkusuz bu kentin mimarları ve sanatçıları bu toprakların asli unsuru olan Hayaşalılardır. Altıntepe’ye özgü olarak bulunan verilerin çok daha eski örnekleri Urartu öncesine ait Hayaşa döneminde ortaya çıkmışlardır.

         Hitit belgelerinde Hayaşa takkimatlı kalelerinden, atlı savaş arabalarından, üzüm bağlarından ve tarlalarından, yağmalanan sürülerden bahsedilmesi; bu yaşam biçimi ve etkinliklere bağlı sanat türlerinin ne olabileceği bilgisini de içermektedir. MÖ. II. bine ait işlenmiş demir tortuları madencilik konusunda da ileri bir uygarlığın varlığına işaret eder.

KİMMER, İSKİT, MED VE PERSLER

         VII. yüzyıl ortalarına doğru eski gücünü yitiren ve siyasal istikrarını koruyamayan Urartu Devleti, Kimmer (MÖ. VIII. yüzyıl) ve MÖ. 650 yıllarında başlayan İskit akınlarına dayanamayarak yıkılmıştır. Bu tarihlerden itibaren önce Kimmerlerin egemenliğinde olan Erzincan ve yöresi yaklaşık yirmibeş - otuz yıl İskit egemenliğinde kalmıştır.

         Medler, önce Urartu’nun yıkılması, daha sonra İskitlerin tehlike olmaktan çıkmaları sayesinde Ninova’yı işgal edip (612 ) bu tarihten sonra Anadolu’yu istila etmeye başlamışlardır. İskitlerin 608’de Urartu’yu ortadan kaldırdıkları ve o yıllarda bir süre Medler üzerinde etkinlikleri düşünülürse, Doğu Anadolu ve Erzincan yöresinin 600 - 595 yılı aralığında Med egemenliğine girdiği söylenebilir.

         Med soyunun elinden yönetimi alan II. Kurus (Kyros- Kroisos-Sirus- Keyhusrev-MÖ. 559-529) on iki yıl içerisinde güçlü bir ordu kurarak egemenliği altına aldığı bölgeler üzerinde otoriter bir sistem oluşturmuştur. Çeşitli Anadolu kavimlerini (Kilikia ve Lykia hariç) yönetimi altına almıştır.[xi] 

HELLENİSTİK DÖNEM; SELEVKOS, PONTUS, PART, ERMENİ VE ROMA MÜCADELELERİ

         İskender’in MÖ. 334 yılında Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Anadolu’da ilerlemesi ve karşılaştığı Pers ordularını mağlup etmesiyle Erzincan yeni bir İmparatorluğun sınırları içinde yer alır. İskender kuzey bölgelere uğramamış, doğuda girişilen istila hareketi gönderilen komutanlar tarafından aracılığıyla tamamlanılmaya çalışılmıştır. 

         Pontus ve Mithridat:  Selevkos yönetiminin büyük ve güçlü bir görüntü vermesine rağmen Kapadokya ve Pontus gibi bölgeler Hellenleri hiçbir zaman mutlak yöneticiler olarak benimsememişlerdir. 302-301 yılları siyasal mücadeleleri sırasında, babası Ariathes’le anlaşmalı olan  Mithridat, Lysimakhos ve Selevkos tarafından bazı kentleri işgal edilmiş olmakla birlikte siyasal direnişinden vazgeçmemiştir. Selevkos’un ölümüyle ortaya çıkan fırsatı değerlendiren Mithridat kendini Pontus Kralı ilan etmiştir (MÖ. 280).

         Artaksiadlar (Partlar): Arsakes, Selevkoslara karşı ayaklanan Parni kabilesine öncülük etmiş ve Partiya bölgesini alarak Pers sonrasında İran’da bağımsız yeni bir hanedanlık kurmuştur. Bu yönetim, bölgeden hareketle Partlar, kurucusundan dolayı da Arsaklılar ( Artaksiatlar) diye anılır.

         Arsak hanedanı öncülüğünde kurulan İran merkezli yeni siyasal oluşum eski Pers yönetiminin eriştiği sınırlara ulaşmak için çaba gösterirken, kendi yerel ve özerk niteliğini kaybetmeyen Doğu Anadolu’da Selevkoslu yöneticilerinin etkin olmak istedikleri görülür. Selevkos hükümdarı Büyük Antiokhus bölgenin politik karakterine göre bölgenin kuzey doğusunun (Büyük Ermenistan) ve güneyindeki  Sophene’nin (Harput yöresi, Şimşat) yönetimini, isimlerinden İran kökenli oldukları anlaşılan Artaksias’a (Ardeşir) ve Zariadris’e (Zareh) verir. Selevkosların otorite zaafı gösterdikleri ilk fırsatta gerek  Ermenistan yöneticisi Artaksias gerekse Sophene yöneticisi Zariadris bağımsızlıklarını ilan edeceklerdir.

         Part sülalesinden gelen Artaksias; İrani, Asyatik (Turani) ve bölgede öteden beri aralarında etnik farklılıklarla yaşayagelen yerli halkları birarada tutacak olan Ermenistan Krallığı’nın kurucusu olarak kabul edilir. Görüldüğü kadarıyla bu krallık belli bir ırk ya da etnisiteye dayanmayan, coğrafya merkezli hetorojen bir  oluşumdur. Zaman içerisinde (bir buçuk iki yüzyıl sonra) bu halklar “Ermenistanlılar” olarak dil birliğine doğru gidecekler ve Ermeni adı coğrafilikten siyasal ve tarihsel bir yapıya doğru evrilecektir.

         Roma - Pontus Mücadeleleri: Romalılarla asıl mücadeleyi veren, Tigran’dan çok Pontus kralı Mithridat’tır. Pontus ve Kapadokya’nın hükümdarı olan Mithridat’ın Erzincan yöresi  üzerinde de önemli ölçüde etkin olmuştur.

ROMALILAR DÖNEMİ ( MÖ. 60 - MS. 400 )

         Romalılar Doğu Anadolu'yu egemenlikleri altına aldıktan sonra  yerel krallar Roma’ya olan yasal bağlılıklarını kabul etmeleri kaydıyla özerk yönetimlerine devam etmişlerdir. M.Ö. 63’den sonraki yıllarda Roma yönetim teşkilatı dört ana bölüme ayrılmış, Erzincan Doğu Prefeliği (eyalet) içinde Pont Diyosezine dahil edilmiştir. Doğu Anadolu, doğu - batı ve kuzey - güney stratejk yolları barındırmasından dolayı Roma ve Partların kendi nüfuz ve egemenliklerini için devamlı mücadele ettikleri bir alandır. Bölgenin etnik açıdan heterojen bir yapıya sahip olması ve topluluklar arasında değişik siyaset talepleri sorunların daha da karmaşık hâle getirmiştir. Bu nedenle birbiriyle coğrafi ve kültürel açıdan yakın ilişkide bulunan dar sahalar üzerinde bile üçe - dörde varan yönetim birimleri kurulmuştur.

         Doğu’ya İskender'le gelen  batı tipi siyasi, toplumsal ve ekonomik anlayış özellikle Sezar'dan sonra  etkisini göstermiş, Roma egemenliği süresince  bu bölgelerde geleneksel yapılar yanı sıra yeni hayat biçimi de bir ölçüde benimsenmiştir. Roma kültür ve anlayışının en açık yaşandığı ve görüldüğü merkezler, Roma garnizonları ve bu garnizonların bulunduğu Satala ve Karsaga (Carcagis/ Karsat. Bugünkü Cengerli) gibi kentlerdir.   Erzincan’ın çeşitli yörelerinde Romalılardan günümüze kadar varan bazı arkeolojik kalıntılara tesadüf edilmektedir. Dairemsi plana sahip ve tümülüs niteliğinde görülen mezar yapıları (mausoleum)  dikkati çekenler arasındadır. Aynı zamanda dikdörtgen yapılı binalar gibi merkezi planlı, kubbelerle örtülü ve nişlerle süslü mezarlar da vardır.[xii]

         340 yılında İran’a karşı askeri zaferler kazanan II. Constans'dan sonra yönetim Jülien’in eline geçmiştir. Julien’in ölüm yılında (363) İmparatorluğun o zamanki Muhafız Kuvvetleri Komutanı Jovien, Roma hükümdarlık makamını da elde etmiştir. Jovien, doğuda yeni bir denemeye girişerek Diocletien’in 297 -298’de zorlu mücadelelerle Doğu Anadolu’da elde ettiği alanların İran'a yakın kesimlerinden feragat etmiştir. Toprak devriyle yapılan anlaşma sayesinde Roma – Sasani çatışmaları durulmuştur. Bu barış otamının getirdiği şartlar altında, öncelikle 313 yıllarında Doğu Anadolu'da gelişen Hristiyanlık  örgütlü  biçimde yayılarak  İran içerisine kadar etki alanını genişletmiştir.  Savaş ve ticari faaliyetlerin geçiş alanı olan ve farklı inanışların yaşandığı Erzincan ve yöresi Hristiyanlıkla da tanışacak, ilerde bu dinin önde gelen merkezlerinden biri olacaktır. 

         Romalılar, özellikle Koloneia (Şebinkarahisar), Satala, Tercan  (buraya bağlı Bizana - Vican, Justiana -Tzumina dahil) ve Melitene (Malatya) üzerinden Amida’ya (Diyarbakır) kadar uzayan hattın korunulup tahkim edilmesine özen göstermişler­dir. Hatta İran tarafından zabt edilmesi riskini taşımasına rağmen bu meskûn yerlerin bir kısmı restore edilmiş, ayrıca yeni yerler inşa edilmiştir.[xiii] Amida, Muş, Erzurum hattı üzerinde “Limes” kaleleri diye genel bir ad alan yerlere tahkim edilen güçler, doğudan gelecek tehlikelere karşı direniş göstermek ve  batıya giden kervan yolunun  kontrolüyle sorumlu tutulmuşlardır.[xiv]

DOĞU ROMA/BİZANS

         Bizans, Doğu Anadolu'da her ne kadar mezhepler için yapmak arzusunda olduğu barışı sağlayamamışsa da, özellikle Jus­tinianus zamanında iktisadi işler ve ticari öneme haiz yollar, belirli bir disiplin ve düzene sokulabilmiştir. Doğu Anadolu'da büyük askeri ve sivil reformlar vücuda getiren Justinianus’un amacı,  bölgeyi yerel inanç ve  adetlerden arınmış bir Bizans eyaleti yapmaktır.[xv]

         Yine bu dönemde Bizans'ın doğu kesimleri, yollar ağı bakımından desteklenip çoğalması oranında yeni yerleşme merkezlerine kavuşulmuştur. Sönük kalan bazı yerler ise gelişip yavaş yavaş şehir ve hatta piskoposluk mevkiine yükselmişlerdir. Bi­zans ülkesinin başka yörelerindeki posta teşkilâtları ihmal edilebilmesine rağmen Justinianus zamanında doğuya giden yollar her zaman önemli görülmüştür.[xvi] Justinianus döneminde güzergâhları belirginleşen yollar,  güvenlik ve işlevselliği açısından örgütlendirilmiş,  uzun yıllar ticaret ve ulaşımda yeterli kapasitede olduklarını göstermişlerdir. Zaman içerisinde bazı yolların eski önemlerini yitirdiği, bunların üzerinde bulunan yerleşimlerin de gerilediği ya da tümüyle terk edildiği bilinmektedir.

ARAP-İSLAM ORDULARININ GELİŞİ (640- 1054)                  

         Hz. Ebubekir zamanında Bizans ve  Sasani toprakları yönünde fetihlerine girişilmiştir. Arap- İslam orduları  Irak ve Suriye topraklarında kendi ırkdaş1arı olan Arap topluluklarıyla karşılaşmışlardır. Suriyeli Arapların Bizans'a karşı Müslüman Araplardan yardım istemeleri,  dağınık Araplar arasında  birlik sağlanabileceği düşüncesinin de gündeme gelmiş olabileceğini  akla getirmektedir.

         İmparator Heraklius, Rum, Şam, Mezopotamya ve Doğu Anadolu bölgelerinden topladığı ordusuyla Arap güçlerini Yermuk'da karşılamış, ancak başarısız olmuş ve  geri çekilmek zorunda kalmıştır (636). Aynı yıl içerisinde Kadisiye'de İranlılara galip gelen  Araplar, 636-639 yılları arasında Doğu Anadolu'ya girmeyi başarmışlardır. Mezopotamya fetih komutanı İyaz İbn-i Ganem, ordusuyla Bitlis'den Ahlat'a ve oradan Erzurum’a  kadar ilerlemiştirr. Bundan kısa bir süre sonra geri dönen Arapların bölgeyi cizyeye bağlamış olmaları kısmen de olsa Arap tahakkümü olduğunu göstermektedir.[xvii]

         Habib bin Mesleme, Doğu Anadolu'da yaptığı savaşlar aldığı kentlerle ünlüdür. Emevi halifesi I.Velid’in (705 - 715) kardeşi ünlü komutanlardan ve Hazar fetihleriyle meşhur Mesleme bin Abdülmelik, Kemah kalesini muhasara ederek Bizans beldelerine saldırılar düzenleyenlerdendir.

         İslam ordularının Doğu Anadolu ve ülkelerde başarılı olmalarındaki en büyük unsur, Bizans Ortodoks Hristiyanlığı’nın ve İranlıların kıskançlıkları uğruna halkın ezilmesine göz yuman yerel yöneticilerinin maddi ve manevi baskılarına karşılık, Müslümanların farklı inanç ve kültürlere karşı olgun bir tutum sergilemiş olmalarıdır. Bu sebeple bir kısım Bizans yanlılarının yanı sıra, bizzat Arap yanlısı dini liderler, ülkelerine İslam ordularının gelmelerini isteyebilmişlerdir.

TÜRK FETİH HAREKETLERİ VE MENGÜCİKLER

  1. yüzyılda gelişen olaylardan biri de, Doğu Anadolu'ya Oğuz Türklerinin göçüdür. 960’larda iki bin çadırlık bir topluluğun bölgenin doğu kesimlerinde yurt tuttuğu tahmin edilmektedir.
  2. yüzyıl başlarında Arapdünyasında siyasal birliğin sarsıldığı, artan toplumsal ve ekonomik sorunlar yanı sıra askeri alanlarda da gerilemeye başlandığı görülmektedir. Anadolu'da Arap etkinliğinin tamamen yok olduğu bir sırada Selçuklu Türkleri tarih sahnesine çıkmışlardır. TuğrulBey’in 1038’de ve 1040’de  Dandanakan’da kazandığı savaşlar, Türklerin  Anadolu’ya yapılacak yürüyüşlerine de imkan sağlayacaktır. Bizans ordusunun 1048’de Hasakala'de yenilmesi, bu yürüyüşün köklü olacağının ilk önemli işareti olmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin ve bu ülkeyi yurt edinmelerinin önemli siyasal, ekonomik, askeri, dini ve toplumsal nedenleri vardır. Anadolu X. ve XI. yüzyıllarda Avrupa, Kafkasya, İran, Irak ve Suriye cephelerinden kıskaç içine alınmış, başta Oğuz Türkleri olmak üzere bu topraklara egemen olmaya başlamışlardır.

         Mengücikler, Malazgirt sonrasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarkikarahisar merkezlerini içine alan bölge üzerinde kurulmuştur. 1071 sonrası gelişen siyasal olayları ve Türkmen kabilelerinin nüfus hareketleri[xviii] bir bütün olarak gözönüne alınırsa; 1075’lerde yeni adını duyuran Mengüciklerin 1080 yılına gelindiğinde yasal bir statü kazanmış olduğunu söylemek mümkündür.

         Mengücik Ahmet Gazi’nin fethiyle görevlendirildiği bölgelerin zabtı 1071 - 1080 seneleri arasında bitirilmiş, yerleşme merkezlerine çoğunluğunu Kınık, Kayı, Salur, Dodurga, Karaevli, Bayındır ve Öreğir’in oluşturduğu Oğuz boyları ikamet ettirilmiştir.[xix] Devletin bölge üzerinde egemen olduğu coğrafi sınırlar içerinde yaşanılan göç ve olaylara bağlı olarak diğer pek çok Türkmen boy, aşiret, cemaat ve sülâlelerin geldiği anlaşılmaktadır.[xx] Kaldı ki bölgeye yalnız Türkmen kitleler değil, Mengüciklerden önceki ve sonraki zamanlarda sair Türk uruklarının geldiği de bilinmektedir. İskit, Hun, Sabar, Peçenek, Kıpçak ve Uygur Türkleri bunlar arasındadır. Eğin Dilli Vadisi kaya kitabesi göz önüne alınırsa, bölgeye gelen ilk Türkmen boyları arasında Büğdüzler olduğu söylenebilir.

                        Harita: Mengücikler.

         1120 yılı Şiran Savaşı, Mengücik Devleti’nin Mengücik Ahmet Gazi döneminde kazanılan siyasal saygınlığını ve yönetim yapısını zayıflatan olaylardan biri olmuştur. Melik İshak'ın 1142’de Kemah'ta ölümünden sonra, iç dengeleri sarsılan ve otorite boşluğu oluşan devlet, eski Türk devlet geleneğinden yola çıkılarak yeni yönetimlerle bölünmüştür. İlk bölüşümde Erzincan Davud Şah’ın, Kemah Melik Mahmud'un, Divriği ise Süleyman Şah’ın ayrı ayrı yönetimlerine girmiştir.[xxi]

         Behram-şah, Mengücik Melik Devleti’nin hiç kuşkusuz en ünlü hükümdarıdır. Emir İshak’dan sonra yirmi yılı aşkın bir süre devletin içine düşmüş olduğu siyasi kargaşadan ülkeyi kurtarmakla kalmamış, mamur bir hâle getirmiştir. Behram-şah’ın hükümdarlığa başladığı H.560 (M. 1165) tarih[xxii] Erzincan-Kemah Mengüciklilerinin başkentinin Erzincan oluşunun da tarihidir. Bu başkent değişikliği, sadece Behram-şah’ın 1142’deki taksimatta Erzincan koluna mensubiyetinden kaynaklanmaz. Erzincan kentinin konumu, o dönemin koşullarında kapalı bir mahâl özelliği gösteren Kemah’a oranla gelişmelere karşı daha elverişli görülmüştür. Her türlü ticari ve siyasi amaçla yapılan yolculuklarda, giderek Erzincan’ın önemi artmış, yoğun bir uğrak ve üretim merkezi olmuştur. Ancak, askeri yönden önemini hâla muhafaza eden Kemah’ın da özel bir statü içerisine sokulması gerekmiş, bu nedenle Behram-şah, oğlu Selçukşah’ı orada yönetici olarak görevlendirmiştir.

         1220 senelerinde ülkeleri Moğollar tarafından saldırıya uğrayan Harizmliler, Celaleddin Harzem-şah zamanında Anadolu Selçukluları için önemli bir sorun oluşturmuşlardır. Sultan Alaeddin Keykubad bu tehlikeye karşı öncelikle iç dengeleri gözden geçirmek gereğini hissetmiştir. Kendisine bağlı melik devletlerin ve yerel yöneticilerin durumunu inceletmiş,  kuşku duyulanlar için “birlik” adına çeşitli politik tedbirler almıştır. Doğudaki gelişmeleri dikkatle izleyen  Sultan Alaeddin Kekubad, Erzincan - Kemah yörelerinin bütün kaleleri muhasara edilerek  on ikinci teşrin 1228 (10 Zilhicce 625) tarihinde Melik Mengücik Devleti’nin Erzincan - Kemah kolu ortadan kaldırılmıştır.

         Saltuklular ve Tercan: Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar ve Divriği yöreleri Men­gücik Melik Devleti’nin egemenliğinde Anadolu Türk tarihinin bir parçası olurken Tercan ve havalisi de Saltuk­lu Melik Devleti’ne bağlı olarak bu sürece katılmıştır. Yaklaşık on yıl Saltuklu yönetiminde bulunan Melike Mama Hatun, Tercan'da ölümsüz yapılar inşa ettirmekle bu yerleşime özel bir anlam kazandırmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin II. Süleyman Şah, Erzincan Mengücik hükümdarı Behram-şah'ı da yanına alarak yaptığı Gürcü seferi sırasında Saltuklular Devleti’ne son vermiştir. Merkezi yönetime  bağlı tutulan bölgenin yönetimi önce Melikşah’ın kardeşi Muğisiddin Tuğrul Şah’a daha sonra Cihan Şah’a (1225-1230) bırakılmıştır. Cihan Şah’tan sonra on iki yıl doğrudan merkezi yönetimin atadığı kimseler tarafından yönetilen ülke 1242 yılında Moğollar’ın eğemenliği altına girmiştir.

         Moğol tahakkümünün yoğunlaştığı, her türlü siyasal ve ekonomik baskının artmış olduğu yıllarda, II. İzzeddin Keykavus fırsat buldukça Moğollar’a karşı direnmeye çalışmıştır.  1258 senesinde II. İzzeddin Keykavus bağlı güçlerle  Moğol güçleri arasında yapılan çarpışmalardan biri de Mama Hatun civarında olmuştur. [xxiii]

         Doğrudan Anadolu Selçuklu yönetiminde on beş yıl (1228- 1243) kalan Erzincan ve çevresinde pek çok siyasal ve kültürel gelişmelerin olduğu bilinmektedir. Yassı Çimen Savaşı (1230 ) bunlardan biridir.

         MOĞOL/İLHANLI İŞGAL DÖNEMİ  (1243 – 1343)

         Anadolu Selçukluları, Kösedağ Savaşı’ndaki bozgundan sonra sınır kaybına uğramamıştır. Anadolu kent ve kasabaları Selçuklu yönetiminde doğal gelişmesini belli bir düzeyde sürdürmüşlerdir. Moğolların gelişi ve ilk yağmadan sonra yaklaşık otuz yıl süreyle her türlü istila hareketinden uzak kalan Selçuklu kentlerinde, çok geçmeden yıkılan anıtlar onarılmış, yeni imar çalışmalarına hız verilmiştir.

         Erzincan, Moğol istilasının kurbanlarından olması nedeniyle kale surları ve tarihi yapıları hasar görmüştür. Kemah Kalesi kısmen tahribat görmüş, Moğollara karşı direniş göstermeyen Tercan ise her türlü yıkımdan kurtulabilmiştir. Gıyaseddin Keyhusrev’in, Kösedağ Savaşı’ndan sonraki önemsiz geçen üç yıllık saltanatı sırasında, Erzincan’da kayda değer siyasi bir gelişme olmamış, halk yıkımdan sonra açılan yaraların kapanması için uğraşmıştır.

         Moğolların Anadolu'da etkin oluşlarından sonra Türkiye’nin yönetim teşkilatında, toplumsal ve ekonomik kurumlarında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Selçukluların askeri kadroları başlangıçta doğrudan doğruya asıl kurucuları olan Türk beylerinin elinde idi. Mengüciklerin ve Anadolu Selçuklularının merkeziyetçi yönetimi sonrasında Moğol idarecilerinin yüzünden Türk unsurları bazı kilit mevkilerden arındırılırken, kölelikten yetişme “gulam” lar (Türkmen olmayan müslim veya gayri müslimler) onların yerini almaya başlamışlardır. Moğollar, sık sık yapılan yönetici değişikliğinde bir beis görmüyorlar, bunun karşılığında Karakurum'a, yahut Aşağı Edil'deki saraylarına gelen Selçuklu sultanlarına Kağan tarafından muhtar bir yönetim icazeti tanıyorlardı. Şu var ki, Moğollar Selçuklu ülkesinin merkezî teşkilat yapılanmasında köklü bir değişime gitmemişlerdir. Mevcut sistemden daha nitelikli bir sistem anlayışına sahip olamadıkları gibi; sistemin işleyişinden ortaya çıkan zenginlikten direkt olarak pay almak onlar için daha kârlı gözükmüştür.

         Baycu Noyan, çoğunlukla Doğu Anadolu kentlerinde kaldığı için buranın insanlarına hayli masraflı oluyor, öte yandan diğer Anadolu kesiminde uyguladığı vergi miktarı ise sem­bolik denilecek kadar az tutuluyordu (1243-1255). Hülagü'den sonra Selçuklu sultanlarına Karakurum'a gidip Kağan'a maruzatta bulunmak zorunluluğu kaldırılarak onları İlhan'ın tümen beyleri derecesinde birer Moğol generali gibi bir statüye indirmişlerdir.[xxiv] Erzincan 1285’ten 1286  yılına, Moğolların askeri karargahı olmanın yükü altında girmiştir. Moğol vesayetinde tutulan bir ülkenin yönetimi ile ekonomisinin tartışıldığı bir  yer olmak da bu kente hiçbir yarar sağlamamıştır.  

ERETNALILAR

         Anadolu’nun İlhanlı genel valisi olan Şeyh Hasan, ülkenin yönetimiyle doğrudan meşgul olmamış, bu işi sevip itimat etti­ği Eretna'ya bırakmıştır. Böylece, Fırat’ın kaynaklarından Kızılırmak yayına kadar Doğu ve Orta Anadolu’nun   önemli bir kesiminde İlhanlılar adına yönetiminden sorumlu kişi Eretna’dır. Şeyh Hasan’ın merkezi yönetimle uğraşır olması, Eretna'nın Anadolu’da çok daha özgürce hareket etmesini sağlamıştır.             

         Eretna'nın Karanbük’teki başarısı, onun gelecekte bağımsız bir devlet sahibi olmasını sağlamıştır. İki ay sonra Şeyh Hasan'ın bizzat kendi karısı tarafından öldürülmesiyle bu  korkulu  düşmanından tümüyle kurtulmuştur. Bu tarihten sonra Alaeddin Eretna adıyla hükümdarlığını ilan etmiş ve adına para bastırmıştır.[xxv]  Timurtaş oğlu Şeyh Hasan'ın yerine geçen diğer kardeşi Erzurum yöneticisi Melik Eşref ise Eretna'nın egemenliğini kabul etmiştir.

         Eretna'nın kendi adına para bastırması ve hükümdarlık etme­sinde, Memlük sultanı En-Nasır'ın ölmesinin (H. 740) ve Memlükllülerin o ara kargaşalık içinde olmasının da payı vardır. Hat­ta bundan istifade ile Darende, Memlükllülerin elinden alınıp Eretna Devleti’ne katılan yerler arasındadır.[xxvi]

         Sivas, Kayseri, Niğde, Aksaray, Develi, Karahisar, Amasya, Darende, Tokat, Merzifon, Samsun, Şarkikarahisar, Erzurum ve Erzincan yörelerini egemenliği altında tutan Eret­na, aslen Uygur Türklerindendir.[xxvii] Genellikle Kayseri ve Sivas’ı yönetim merkezi yapmıştır. Kaynaklar,  onun zamanında halkın güven içinde yaşadığını kaydeder. Kendisinin köse oluşu,  hizmetlerinde adil ve şefkatli davranmasından dolayı “Köse Peygamber” diye anılmıştır. 1352 de ölen Eretna'dan hemen sonra ülkesinde karışıklıklar baş göstermiştir.

         1378’de vezirlik makamına gelen Kadı Burhaneddin bir süre için bu dağılışın hızını durdurmaya muvaffak olabilmiştir. Daha önceden Kayseri Kadısı olan Burhaneddin, Eretna'nın sultan ilan edilen torununa önce naib olmuş, bilahare onu ortadan kaldırdıktan sonra  1381’de kendisini hükümdar ilan ettirmiştir.[xxviii]

ERZİNCAN EMİRLİĞİ (1348 – 1410)

         Henüz Eretna Bey ölmeden evvel, onun zamanına tekabül eden 1348 senelerinde Erzincan, Ahi Ayna ( Gıyaseddin İne) Bey adında birinin yönetmindeydi.[xxix] Zamanın kaynaklarında, Ahi Ayna (İne) Beyin Erzincan'a ne zaman geldiği, kentin emirliğine gelişinde kimlerin katkısının olduğu hakkında fazla bir bilgi yoktur. Adından hareketle, onun bölgesindeki güçlü Ahi liderlerinden bi­ri olduğu tahmin edilmektedir.[xxx] 1348 senesinde Ahi Ayna Bey kumandasındaki güçler, Akkoyunlu (Amid - Diyarbekir emiri) Türkmenlerinin başbuğu Tur Ali Bey ve Bayburt emiri Mahmud Rikabdar (Mehmed Erkebra­tis) ile birlikte Trabzon üzerine yürümüşlerdir. İmparator III. Alex’in sıkıştırıldığı kente kesintisiz üç gün taarruz edilmiş, fakat başarı sağlanamamıştır. Durum karşısında Türk kuvvetleri bazı zayiatlar da vererek geri dönmüşlerdir.[xxxi] Trabzon Rumları’na karşı yapılan seferler durmamıştır. Bunun önünü almak isteyen İmparator, kız kardeşi Despina Maria'yı Tur Ali Bey'in oğlu Kutluğ Bey’e vererek düşman müttefiklerinden birini kendi tara­fına çekmeye çalışır. [xxxii]

          Anlaşılıyor ki, Eretna’nın ölümünden (1352) sonra, Erzincan (Erzurum ile Bayburt dâhil) emiri Ahi Ayna Bey bağımsız bir yönetici olarak hareket etmiştir.[xxxiii]

Harita: Erzincan Emirliği.

           Erzincan Emirliği’nin Eğemen Olduğu Yerler ve Siyasi Sınırları: Mutahharten, yönetimi altında bulunan bölge içerisinde, iç işlerinde serbest olduğu kadar dış ilişkilerinde bağımsız hareket

edebilmektedir. Ancak, her şeye rağ­men bağımsız bir devlet olma niteliğinde olamadığını, dönemin “bağımsız devlet” olmasının göstergersi olan, örneğin adına hutbe okutup para bastırmak gibi bazı işlemleri yerine getiremediğinden anlaşılmaktadır. Buna bağlı olarak,  bağımsız devlet işlemlerini icra edecek kurum ve kuruluşla­rın oluşmadığı görülmektedir.

           Esasında, XI – XV. yüzyıl Anadolu Türk tarihi süreci içinde ortaya çıkan “bağlı devlet”, “melik devlet”, “emirlik” ve “beylik” gibi siyasal formların nitelikleri, birbiriyle olan ilişkileri, zaman içerisindeki değişim ve dönüşümleri anlaşılmadan, bu dönemin konumunu kavramak zordur.

           Anadolu’da, özellikle ülkenin doğusunda biribirine çok yakın bölgelerin içerisinde, değişik etnik zümreler üzerinde eğemen olan bazı kim­seler değişik unvanlarla çeşitli emirlikler içe­risinde yer almışlardır. XIV. yüzyılın siyasal karmaşası içerisinde bu lokal yapıların emirliklerle olan ilişkileri oldukça değişken ve belirsizdir. Selçuklu’nun dağılışından Timur'un ülkeyi işgaline kadar geçen sürede her bölgenin köklü toplumsal ve siyasal kurumlar oluşturamadığı, yeni göçlerle yaşanan alt üst oluşların da bu istikrasızlığı körüklediği kesindir. Erzincan Emirliği böylesi bir ortamda yarım yüzyıl süreyle çeşitli iç ve dış siyasi gelişmelerde kendi başına hareket kabiliyeti olan özgün siyasal yapılardan biridir. Diğer Türk beylik ve emirleriyle olduğu gibi Trabzon Kommenleriyle de savaş veya barış ilişkilerinde bulunabilen, Anadolu tarihi içinde kendi varlığını kabul ettiren bir güç olduğu inkâr edilemez.

          Timur'un Ortaya Çıkışı ve Erzincan Emirliğini Tanıması: Mutahharten'in Kadı Burhaneddin'le yapmış olduğu anlaşmadan sonra, doğudan gelen tehlike Anadolu’da etkinliği olan bütün yöneticilerin, hükümdar ve emirlerinin en büyük korkusu olmuştur. 1386 yılı başlarında Irak-ı Acem'e giren Timur, aynı yıl içerisinde Tebriz'e girmiştir. Yaz mevsimini orada geçirdikten sonra Doğu Anadolu'nun bazı kentlerini işgal etmiştir.

          Timur, Ahlat’ı zapt ederek Van’a vardığı sıra Mutahharten’in elçisini kabul eder. Elçi, hediye takdimi yanı sıra Mutahharten’in saygılarını iletir. Erzincan Emirliğini  tanıdığını belirten Timur bir müddet sonra Karakoyunlu beldelerinden ayrılarak İran’a döner. [xxxiv]

ERZİNCAN BEYLİĞİ – AKKOYUNLULAR VE KARAKOYUNLULAR

         Akkoyunluların ile Anadolu’ya gelişi ve bu ülke içerisinde etkinliklerinin artması Karakoyunlularla aynı dönemde gerçekleşmiş olmakla birlikte, Akkoyunluların Doğu Anadolu'daki siyasi faaliyetleri Karakoyunlulardan daha önceki yıllara dayanmaktadır. Akkoyunluların Erzincan Erzin­can Emirliği ile olan ilişkileri ise daha önce belirttiğimiz gibi Trabzon Rum İmparatorluğu'na karşı yapılan akınlar sırasında Ahi Ayna Bey'e kadar uzanmaktadır.[xxxv] Kadı Burhaneddin, Eretna hükümdarı Alaeddin Ali Bey'le Erzincan'a muhasaraya geldikleri zaman Mutahharten, Akkoyunlu Beyi Kutluğ Bey’den yardım ricasında bulunmuş ve o da oğlunu göndermişti.

         Kutluğ Bey'in adına bir camii ve kendi mezarı, bugün Gü­müşhane iline bağlı Sinor köyündedir.[xxxvi] Kutluğ Bey’den sonra yerine geçen oğlu Ahmed zamanında ise Mutahharten'le Akkoyunlularla araları açılmıştır. Kutluğ Bey 1389’da vefat ettiğinde Mutahharten batı komşusu Kadı Burhaneddin'den istediği tavizleri koparamamış, bu eski dostunun yönetiminde olan Türkmen kabilesinin dağıldığı doğu ve kuzeydoğu ülkelerine göz dikmiştir. Bu amaçla yöreye akınlarda bulunarak Akkoyunluların mal ve hayvanlarını yağmaya kalkışmıştır. Onun bu hareketine karşı fazla tahammül edemeyen Akkoyunlular sert bir tepki göstererek oldukça kalabalık bir güçle Mutahharten'in üzerine yürümüşlerdir. Çatışma sonunda Erzincan Emiri yenilmiş ayrıca vuruşma esnasında yara da almıştır.

         1394  yılı Mutahharten - Timur ilişkileri: Mutahharten savaşlardan uzak, ülkesinin iç sorunlarıyla uğra­şırken Timur'un Irak-ı Arap üzerinden tekrar Anado­lu üzerine geldiği  haberi alınır. Bu, Mutahharten dahil birçok  yöneticiyi ve doğal olarak toplulukların çoğunu ister istemez tedirgin etmiştir.

          Timur’un saldırması hâlinde, Mutahharten'in onun karşısına çıkarabileceği ordu beş bin askerden oluşmaktadır. Kadı Burhaneddin, diğer liderlere önerdiği gibi ona da haber göndererek Timur’a itaat etmek gerekliliğini belirtmiştir. Kadı Burhaneddin düşman komşularının ittifak yaptığı bir gücün oluşması  ihtimaline karşı, kendisinin de içinde olacağı bir blok içinde olmayı  düşündüğünü sanıyoruz.

         1387 de yaptığı gibi Mutah­harten Timur'la iyi ilişkilerini sürdürmek ister. Bu vesileyle harekete geçer. Timur, Avnik'in zabtını tamamlamak için Üç Kilise'de konakladığı bir sırada Mutahharten, yanında  muhteşem bir alay ve zengin hediyelerle onun yanına gidip, bağlılığını arz eder (1394).  Kendisine gösterilen bağlılığını kabul eden Timur, Mutahharten’e ikramda bulunmuş; hil'at, kemer ve külah ile onu taltif etmiştir.

          Timur, Avnik üzerine yürüyüşe geçtiğinde Mutahharten’i de  yanında götürmüştür. Mısır Hoca'nın yönetiminde olan Timur’a karşı büyük bir direniş göstermiştir. Timur’un   elçilisi konumunda Mısır Hoca’nın yanına giden  Mutahharten ona teslim olmasının en akıllı yol olacağını, zira Timur’un çok güçlü olduğunu telkin eder. Ancak Mısır Hoca, Mutahharten’in laflarına kulak asmamış, kırk üç gün süreyle kalesini korumaya çalışmıştır. Fakat kırk beşinci gün (17 Ramazan) susuzluktan iyice bunalan Mısır Hoca, oğlunu Timur’a göndererek bağışlanmasını diler. Kendisi de kaleden inip teslim olunca bağışlanır.

           Erzincan’ın Timur yönetimine girmesi (1400) :  Gelişmelerin seyri, Osmanlı güçlerinin Erzincan Emirliğini de ortadan kaldıracağı izlenimini vermiş, Mutahharten ise o sıra Timur’un Hindistan civarlarında olmasından dolayı kuşku ve yeis içinde bekler olmuştur. Fakat bir süre sonra Erzincan Emirinin üzüntüsünükuşkusunu giderecek yeni haberler gelmeye başlar. Timur, Hindistan meselelerini hallettikten sonra batıya yönelmiş, Azerbaycan’a gelmiştir. Timur’un tekrar gelişyle Ön Asya ve Anadolu’da yeniden telaş ve endişelenmeler başlamıştır. Meseleden lehine istifadeyi düşünen Erzincan Emiri Mutahharten, bir an evvel Timur’la ilişki kurma çareleri arar. Bu amaçla yola koyulup Karabağ’da Timur’un huzuruna çıkar. Timur’a sadakat ve itaatkarlığını bildiren Mutahharten karşılığında izzet ve ikram görmüş, çeşitli değerlerde donatılıp (tuğ, alem, hil’at, külah, kemer vs.) memleketine gönderilir. Böylelikle Mutahharten’in Timur himayesi altına girerek ondan yana kendini güven içine aldığı açıktır.

           Erzincan Emirliği'nin son hükümdarı olan Şeyh Hasan, Mutahharten'in torunu(P. Ali Bey’in oğlu)’dur. Bu vazifeye hangi tarihte geldiği bilinmemektedir. Klaviyo, 1404 senesinde Vali P. Ali Bey 'in kırk yaşlarında ancak olduğunu belirtmişti. Belki 1406 yılındaki, Kara Yusuf'un Erzincan muhasarası veya daha bü­yük bir ihtimalle 1407/8 tarihindeki Erzincan depreminde onun ölmüş olabileceğini varsayarsak, Şah Ali’nin de bu zamanlar içe­risinde Erzincan hakimi olmuş olabileceğini ileri sürebiliriz.

  1. 813 (M. 1410) yılı başlarında Aladağ'a ve oradan Avnik'e gelen Kara Yusuf'a, bir çok kimseler gelerek Erzincan hakimi Şeyh Hasanhakkında şikayette bulunurlar. Bunun üzerine ken­te gelen Kara Yusuf, kırk beş gün süreyle burayı muhasara eder. Bir hayli direnmiş bulunan Şeyh Hasan, nihayet teslim olmak zorunda kalır. O’nu Erzurumcivarındaki kalelerden birine veren Kara Yusuf, şehrin idareciliğine güvendiği adamlarından Pir Ömer’i tayin eder. [xxxvii]

KARAKOYUNLU VE AKKOYUNLULAR(1402 - 1502)

         Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf'un en fazla güven­diği ve ona en çok bağlı emirlerinden olan Pir Ömer, Nasireddin lakabını taşımaktadır. Erzincan valisi olmadan önce Kara Yusuf'un naibi olan Pir Ömer; onun Şam'da hapiste olduğu sıra bu kentte sakalık yapıp hizmetinde bulunmuştur. Kara Yusuf'un Savaşlarına katılmış, büyük yararlılıkları olmuş, zamanın en büyük savaşçılarından biri olarak tanınmıştır. Eski müverrihlerin Pir Ömer'i, Kara Yusuf'un, eski nöker'i olduğunu yazmaları; onun belli bir asaleti olmayan herhangi bir aileden geldiğine işarettir [xxxviii]

          Erzincan’a vali olması: Karakoyunlu Devleti’nin asıl kuru­cusu, en büyük hükümdarı ve Türk tarihinin de en mühim si­malarından olan Kara Yusuf, H. 813 (M. 1410) senesinin ilk aylarında yazı geçirmek için Aladağ'a gitmiş ve oradan da Av­nik'e gelmişti. Burada bulunduğu bir sırada birçok kimse, Erzincan hakimi olan Şeyh Hasan'ı, ona şikayette bulunmuşlardı. Bunun üzerine kuvvetlerini alarak Erzincan üzerine yürüyen Kara Yusuf, kendi hakimiyet sahasına aldığı Erzincan’a [xxxix], Pir Ömer'i verir. 1410 yılının ilk aylarında vaki olan bu hadiseden sonra, on yıllık bir süre Karakoyunlular’ın meşru yönetim devresi açılır.

           Pir Ömer – Akkoyunlu mücadelesi: Karakoyunlu ve Akkoyunlular, Anadolu'da tarih sahnesine çıkışlarının ve siyasi varlıklarının sonuna dek birbirleriyle devamlı olarak mücadele etmişlerdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle, Erzincan havalisi bu iki Türkmen gücünün mücadele ve savaş sahası olmuştur. Kara Yusuf, Erzincan'la meşgul olduğu sırada bunu fırsat bilen Celayir Sultanı Ahmed, Bağdat'tan gelip Karakoyunluların elinde bulunan Tebriz üzerine yürür (17 Mayıs 1410). Bunun üzerine Kara Yusuf, Erzincan'dan Teb­riz’e yönelerek eski dostuyla savaşmış ve yenilgiye uğratmış­tır (30 Ağustos 1410). Bu zaferini müteakip, Celayir Sultanına ait Irak-ı Arab'ı, oğlu Gıyaseddin Şah Mehmed'e ve Azerbay­can’ı da diğer oğlu (ki bu zat aynı zamanda Sultan Ahmed'in manevi oğludur) Pir Budak’a verir. Daha sonradan tekrar Akkoyunlularla mücadeleye dönen Kara Yusuf'un önemli rakibi Kara Yülük Osman Osman Bey’dir.

AKKOYUNLULAR VE ERZİNCAN

         Bayındır, Oğuzların başat kollarından biridir. “Bayındıriyye” ya da “Akkoyunlu”[xl] diye anılan devletin çekirdeğini bu topluluk oluşturmuştur. X. yüzyılda Sir-i Derya boylarında hüküm süren Oğuz Yabgu Devleti’nde önemli rolleri olmuştur.  Uzun süre Orta Asya’nın güney batısında  yaşadıkları anlaşılan bu topluluğun adı, onları tarih sahnesine çıkaran efsanevî başbuğları Bayındır Han’dan gelmiştir.[xli] Anlatılarda Oğuz neslinden (Kün/Gün Han, Kayı Han, ) Dib Yavkuy Han zamanında birçok boy onun yanındadır. Bunlardan biri Bayındırlı Tülü Hoca adlı bir bilgedir.[xlii]  Sonraki dönemde Dönker  ve onun oğlu Erki de Oğuz illerinde önemli mevkilerde bulunmuşlardır.[xliii] Oğuz Destanı’yla ilgili yapılan yorumlar, Bayındır Boyu’nun IV. ve V. yüzyıllarda Van Gölü ve Gökçegöl arasında bulunabilecekleri yönündedir.[xliv]

  1. yüzyıl Oğuz Destanı’nın Doğu Anadolu (Erzincan-Bayburt) Bayındırlıanlatımlarında “Saka (İskit) Devleti’nin güçlü olduğu zamanlarına ait  çeşitli rivayetler yaşanmıştır. İhtimal ki bu rivayetler Türkler arasında İslâmiyetten önce yaşayan alfabelerle yazılmış idiler.” [xlv] Söz konusu alfabelerin neler olacağı konusunda, genelde Hayaşa Bölgesi, özelde Erzincan ve çevresi pek çok  unsur barındırmaktadır.

Erzincan ve havalisi, Doğu Anadolu’da Akkoyunlular’ın yurt tuttukları önde gelen alanlardan birisidir. Akkoyunlu oymak, cemaat ve ileri gelen pek çok aile ve efradından kimselerin Erzincan’la olan ilgileri ziyadesiyle fazladır. Hatta ilk atalarının bir kısmının da bu yerlerle yakınen ilgileri mevcuttur. Bunlardan Tur Ali Bey, Kara Yülük Osman Osman’ın dedesi olup, daha önce değinildiği gibi, Ahi Ayna (İne) Bey(1348 – 1362)’le Trabzon’a seferlere katılmıştır. Tur Ali’nin oğlu Kutluğ Bey’in mezarı ise, bugün Sinor (Gümüşhane / Erzincan – Bayburt arasında ve Bayburt’tan 21. km. mesafe uzaktadır) köyünde bulunmaktadır [xlvi].

OTLUKBELİ SAVAŞI’NDAN SONRA ERZİNCAN

          Fatih'le Uzun Hasan'ın yaptığı savaştan sonra, Osman­lı sınırları doğuda Şarkikarahisar'ı içine almış; bu yerin güneyinde bulunan Kemah'la Erzincan bundan muaf tutulmuşlardır. Eğer Osmanlılar Otlukbeli'nde kesin zafer elde etselerdi Erzincan'ın ilk planda Osmanlıya ilhakı gerekirdi.

          Emir Bey (1473/4-1478) : Tokat Bayındırlı diye tanınan Emir Bey, Şerefnâme yazarı Şerefhan Bitlisi’nin ana tarafından ulu dedesi ve Uzun Hasan'ın ünlü kuman­danlarındandır. Kendisine Erzincan ve dolaylarının yönetiminin verilmesinde, Şerefhan'ın açıklamalarına (ki daha önce zikredildiği gibi bu zatın adı başka kaynaklarda da geçmektedir) göre, Uzun Hasan'ın yapmış olduğu savaşlardaki başarıları gö­rüldüğündendir. Yine aynı müellifin verdiği malumatta, o gün­lerde hala ayakta olan camii, medrese ve çeşitli eserleri Erzin­can'da inşa etmiştir.[xlvii] 1472 senesinde Akkoyunlu kuvvetleri To­kat üzerine yürüdükleri sırada bu ordunun başında Oruç Bey'in “(Uzun Hasan'ın) Beylerbeyi” diye [xlviii] ve Hasan'ı Rumlu'nun “Bektaş Muslu Bey oğlu Emir” [xlix] diye kaydettikleri şahsiyettir. Her halukârda bu zatın Şerefhan'ın ana taraf şeceresinde zik­rettiği “Emir Han Musullu bin Gülabi bin Emir Bey” şeceresiyle ilişkisi olduğu kesindir. Karşımıza “dede” veya “torun” olarak çıkan Emir Bey'lerden hangisinin Erzincan yöneticiliğine geldi­ği meselesi mevzunun izahını güçleştiriyor gibi görünse de, Gülabi Bey’in Uzun Hasan’ın oğlu döneminin Emiri olması ve Emir Han’ın da Şah İsmail’e iktisap etmiş olması; ayrıca, gerek –tarihleme- ve gerekse Şerefhan’ın anlatımı, adı zikredilen, yani “dede” durumundaki Emir Bey’in olması lazım gelir.

           Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerinin Doğu Anado­lu'ya yerleşmeleri, XI. yüzyıldan itibaren başlayan Türkleşme hareketine hız kazandırmış, daha XIII. yüzyılda Türklerin egemenliğine giren bölge; bu iki Türk unsurunun etkisiyle Hristiyan zümrelerin varlığını ve etkinliğini önemli ölçüde geri plana itmiştir. Merkezi Erzincan olan ve Avrupalıların son asırlara kadar ilk çağ müverrihlerinden kaynaklanıp, klasik tabir olarak kullandıkları “Büyük Armenia”, XIV. yüzyılın sonu ve XV. Yüzyıl başında, yine Avrupalı seyyahlar (bkz. Klaviyo) tarafından “Türkmenlerin Ülkesi” tabirine kavuşmuştur.

            Gerek Akkoyunlu ve gerekse Karakoyunlu Türkmenlerinin kurmaya muvaffak oldukları hükümet teşkilatları (askeri ve idari düzenlemeleri), saray usul ve kaideleri esas itibariyle Anadolu'daki diğer Türk beylikleriyle ayrı ise de, onlardan daha geniş ve muntazam, fakat kısmen Moğol ve Timurî nizamlarına benzeyen umdeleri de birlikte taşımaktaydı.[l]Bu siyasal yapıların dokusunu ise Orta Asya Türk siyasal geleneklerinin biçimlendirdiği bilinmektedir.

            Her iki Türkmen devletinin önemli şehirlerinden olan Er­zincan, eyalet merkezi olup Akkoyunlular zamanında Kemah, Tercan, Erzurum, Şebinkarahisar, Bayburt, Akşehir vs. bu eyaletlerin sancakları arasındaydılar. Eyalet merkezindeki idareciler geniş yetkilere sahiptiler ve sadece ülke hükümdarını metbu tanımakla iktifa ediyorlardı. Bazen metbuluğun sunulması gereken yönetim boşlukları sırasında, eyalet kendine has bir devletçik olabilmekteydi. (Mutahharten idaresinin bir kesiti böyledir). Doğu Anadolu beyliklerinin merkez ve bağlı eyaletlerindeki tımarlı asker, sipahi ve çerik/ğ denilen aşiret kuvvetleri ordunun bel kemiğiydi. Diğer Anadolu beylikleri ve Osmanlılardan farklı olarak, bu “çeriğ”ler daha önemli ve sayısal olarak çoğunluktaydılar. Kemah ve kuzey yönde Kızılırmak kaynağından itibaren doğuya doğru Fırat boyları ve civarlarında, yine bu yörenin güneylerinde yurt tutulan topraklarda topluluklar çoğunlukla boy ve aşiret biçiminde hayat sürmekteydiler. Bu topluluklar ba­tıdaki cemaatlerden görece daha geri bir teknolojiye ve buna bağlı olarak müesseseler açısından daha sade yapıya sahiptiler. Ancak, yönetim, bölge yapısının konumuna uygun siyasî ve hukuki uygulamalarda başarılı olmuştur. Nitekim Uzun Hasan zamanında hazırla­nan Erzincan, Kemah, Bayburt, Tercan  bac-damga kanunları Osmanlılar tarafından da kabullenilmiş, bir süre aynı uygulamalar devam ettirilmiştir. Bu kanunlar Osmanlılardaki gibi toprak hukuku bakımından muhkem ve böl­ge özelliklerini gözetmesi açısından da esnek bir niteliğe sahiptirler. [li]

             Erzincan, yakın çevresiyle birlikte bölge ve ülkeler arasındaki konumu nedeniyle hemen her yüzyılda siyasi, kültürel ve ekonomik açılardan önemli bir yer addedilmiştir. Defalarca vuku bulan deprem­lerin ağır tahribatları bile, yeni bir Erzincan kentinin imar olmasını önleyememiştir. Anadolu Selçuklularının büyük hüküm­darı Alaeddin Keykubad zamanında Türkiye'nin siyasi ve ekonomik merkezleri Antalya – Akşehir - Sinop hattının doğusunda olup ancak Yıldırım Bayezid devrinde bu üstünlük batıya çevrilmiş gözükse de; doğu, yeni gelişmelerin neticesinde yine aynı özel­liklerini en azından gerilemeden belli bir seviyede tutmayı bil­miştir.

            Bölge üzerinden geçen kafileler, emniyet içerisinde, teşkilatlandırılmış konak merkezlerinde ve Türklere özgü misafirperverlik sayesinde rahatça yollarına devam etmekteydiler. Müreffeh bir hayat süren köy, kasaba ve şehirlerde ağırlanan yolcuların masrafları para karşılığı olmadan giderilmekteydi. Bilhassa elçi­lik heyetleri için gerekli ulaşım vasıtalarının temini, idari me­kanizmanın tavassutuyla tez elden yapılmakta, merkeze (Erzin­can'a) bağlı diğer teşkilatlarda da bu işlem aynı düzen içerisin­de tahakkuk ettirilmekteydi.[lii] Karakoyunlu - Akkoyunlu Türk­menlerinin henüz yönetimde olmadıkları bu bölgeler üzerinden geçen yolcular, onların yeni iskân olundukları alanlardan da kor­kusuzca ve hatta gerektiğinde açık arazilerde kalınsa dahi ken­dilerini güvende hissetmişlerdir.[liii]

            Doğu Anadolu'da öteden beri ileri bir düzeyde bulunan hay­vancılık, bilhassa Türkmen kabilelerinin elinde giderek toplumda üst düzeyde ekonomik bir işletme sahası olmuştur. Hayvansal ürünler (süt mamülleri, deri, yün .vs.) işlenişlerin neticesinde zaruri ihtiyaç maddeleri olmanın dışında, daimi artışı sonucu (bez ve halı olarak) lüks mallar durumuna da getirilmiştir. Erzincan, Tokat, Amasya çevresi bezleri pazarlara sergilenecek kadar artırılmıştır[liv]. Karakoyunluların yetiştirdiği güzel “arga­mak” atlar, XV. yüzyılda Timurîler vasıtasıyla Doğu Asya’ ülke­lerinde (Çin) dahi malum olmuştu .[lv] Bunun yanı sıra tarım, değil Doğu Anadolu'nun, o günkü dünyanın hemen her yerinde  bütün ülkelerin vazgeçilmez geçim kaynağıydı. Anadolu'ya gelen Türkler, burada yerleşik hayatın da gereğini yerine getirmişler; tarla, bağ – bahçe ürünlerine hayli meyil göstermiştir. Bilhassa özel mülk sayılması sebebiyle bağ-bahçe sahibi olmak arzusu Türklerde genelleşen bir arzu olmuştur.[lvi]               

SAFEVÎLER (1502 – 1514)

         XVI. yy. başlarında kurulan “Safevî” hanedanlığı adını Şeyh Cibrail Eminüddin (ölm. 1258)’in oğlu olan Şeyh İshak Ebu’l Feth Safiüddin’den almıştır. Türk kökenli bu aile tasavvufi eğilimleriyle tanınmıştır[lvii]. Safiüddin, H. 650 (M. 122/3)’de Güney Azerbaycan’ın Erdebil kasabasında doğmuş, İbrahim Zahid Geylanî’ye intisap etmiş (1277), 12 Eylül 1334’de (Hac dönüşünden kısa bir süre sonra) ölmüştür.  Safiüddin’ın eşi Bîbî Fatıma ise  Şeyhi (Geylanî)’nin kızıdır.

          Safevî Devleti’nin siyasi anlamda vücut bulması, her şeyden önce Anadolu'dan giden Türkler'in sayesindedir. Bunlardan misal olarak bir grup, Moğol tahakkümüne karşı gelip Erzincan - Bayburt yörelerinde iskan etmiş olan (1277 önceleri) Türkmen beylerinden Şemseddin Mehmed Bey'in mensubu olan insanlar da söz konusu edilebilir. Ayrıca 1336 senesinde Moğolların Diyarbekir Uryat valisi Ali Padişah'ın İlhanlı hükümdar Arpağun’da yenilişinden sonra da kalabalık bir Türk ve Moğol kitlesi İran'a girmişlerdir. Aynı yılda Moğollar’ın Anadolu umum valisi Celayir Şeyh Hasan'ın idaresinde Orta Anadolu'dan hayli Türk ve Moğol kitlesi onları takip ettiği gibi, XV. yüzyıl içerisinde çeşitli şekilde muzdarip olan Karakoyunlu ve Akkoyunlu göçleri vakidir.

  1. yüzyılın ilk yarısında Akkoyunlular, Karakoyunlular’ı saf dışı edip, Anadoluve Erzincan yöresinde sulh ve sükun devri açmışlardı. Fakat Otlukbeli Savaşı’ndan ve Uzun Hasan’ın ölümünden sonra, bu ülke kargaşalıklar içine düşmüştür. Bir taraftan mezhep farklılıklarının giderek artıp, bağnazlıktan kaynaklanan iç mücadeleler, bir taraftan Akkoyunlu beylerin birbiriyle olan üstünlük mücadeleleri, yörenin yer yer harap olmasına sebebiyet vermiştir. Otoritenin gittikçe zayıfladığı bu sahalarda Şah İsmai, kolaylıkla siyasi – politik hareketlere girişme fırsatı bulmuştur. Ateşli müritleriyle beraber Akkoyunlulaür’ı Azerbaycangibi sahalara sürerken, çeşitli tahrip hareketleri de mümkün olabiliyordu. Bölgeyle ilgili XVI. yüzyıl başlarına ait tahrir kayıtlarında bile, yakılıp yıkılan maddi kültür değerlerinden bahsedilir. Safevîlerin saldırıları 1514’lere kadar sürmüş 1530 yıllarına doğru harap olan yerleşme merkezleri, tekrar eski canlılığına kavuşabilmiştir.

XVI. YÜZYILDA OSMANLI SİYASİ HÂKİMİYETİ

         Erzincan, 1514 yılından itibaren aralıksız dört yüz yıl süreyle Osmanlı yönetiminde olmuştur. Her ne kadar bu tarihten önce yörede  çeşitli siyasi ilişkilere girilmiş ve hatta Yıldırım Bayezid ve  Fatih Sultan Mehmed  zamanında Doğu Anadolu’da Osmanlı rüzgârı esmişse de bunların hiç biri Erzincan’ın  bu dünya devletinin bünyesine kesin ilhakını sağlayamamıştır.

          1514 – 1517 Yavuz Selim’in Çaldıran Seferi’ne çıktığı 1514 yılının Haziranında Erzincan’a yaklaştığı sıra, barışçı  yoldan kent alınmış, ertesi yıl içerisinde  yöredeki diğer yerleşme merkezleri zabt edilmiştir. İlk olarak kent, Emir-i Âhur Bıyıklı Mehmed Paşa’ya verilerek Tercan, Bayburt, Şarkîkarahisar, Trabzon – Canik sancakları da dahil “Erzincan Vilayeti” oluşturulmuştur. Bu ilk düzenleme, 1517’ye kadar aynı kalmıştır. 25 Eylül 1515’de Bıyıklı Mehmed Paşa, Diyarbekir bölgesine gittiği zaman, vilayetin yönetimini Kızıl Ahmed oğlu Mirza Bey’e bırakmıştır.

           İlk kez tutulan (Muharrem 922/5 Şubat 1516) “Defter-i Müfredât ve Mahsûlât-ı Vilâyet-i Erzincan” tahririnde, bu vilayetin idari şekli şöyledir:

1- (Merkez) Vilayet-i Erzincan Sancağı

2- Vilayet-i Kemah Sancağı

3- Tercaneyn Nahiyesi (Aşağı: Kötür, Mama Hatun, Tivnik ve Yukarı: Mans / Çayırlı yöreleri diye ikiye ayrılır.)

4- Vilayet-i Bayburt Sancağı (Kelkit, Kökes Nahiyeleri dahil).[lviii]

           1517 senesinde tanzim edilen bir teşkilat defterinde, Erzincan vilayetin 1514/5’den itibaren almış olduğu idari statünün değişik olduğu görülmektedir. Bu kayıtlara göre Kemah, Kiğı, Bayburt, İspir Sancakları (Eğin ve yöresi de dahil) Diyarbekir’e, Şarkîkarahisar ve Canik Sancakları da Rum (Sivas) Beylerbeyiliği’ne bağlıdır. [lix]

            1518 senesinde Diyarbekir’e ait defterden, yeni bir idari değişikliğin yapılarak Kemah’ın Bayburt’la birlikte bu Beylerbeyilikten ayrıldığı anlaşılmaktadır.[lx] 29 Ağustos 1517 tarihinde atanan  Mirza Mehmed Bey 1520’ye kadar Bayburt – Erzincan yöneticisi olmuştur.[lxi]

            1520 (30 Mayıs) tarihli Karaman – Rum tahririnde ise bu bölgenin Rum Beylerbeyiliğine tabi olduğunun yanı sıra Nasuh Bey’in yerine de İdris Bey’in sancak beyi yapıldığını öğreniyoruz.[lxii] 1522 – 1525 yıllarına ait Rum vilayeti tahrir defterinde Anadolu’daki beş eyaletten biri olan Rum (Sivas) eyaletine giren yerler şunlardır:

1- Sivas

2- Amasya

3- Çorum

4- Canik / Samsun

5- Malatya

6- Divriği / Darende

7- Gerger

8- Trabzon

9- Şarkikarahisar

10- Kemah (Erzincan’la birlikte)

11- Bayburt, Tercan, İspir, Erzurum (Tekman dahil).

          Bu defterlerde de İdris Bey “Livâ-i Bayburt”un (ki üç kadılık olup Tercan dahil altı kazası vardır) yine sancak beyi olarak zikredilir.[lxiii]

           XVI. yüzyılda Erzincan’ın kültürel yapısı, kültürel seviyesi ve niteliği bu zamanda yapılan veya düzenlenen camii, medrese, mescit, zaviye, han, hamam ve darüşşifa gibi kurumların vaziyetleriyle orantılıdır. Tabii ki bu seviye daha önceki yüzyılların birikimiyle vücut bulmuş, giderek daha da geliştirilmiştir.

           Erzincan, Kanunî devrinden itibaren Erzurum eyaletine bağlı, sübaşı yönetiminde, köy ve kasabaları belirlenmiş bir sancaktır. Merkez nezdinde yüz elli akça tutarında biçilen gelir nispeti XVII. yüzyıl ortalarına aittir. Kadısına yıllık altı kese hasıl olunmaktadır. Şeyhülislamı, Nakibü’leşrafı, Sipahi kethüda yeri, Yeniçeri serdarı yüz elli adet ise ticaretle uğraşan kale neferi bulunuyordu.[lxiv]

           XVII- XVIII. yüzyıllar içerisinde yoğunluk kazanan menfi sosyal hadiseler karşısında kültürel değişmelerin de olabileceği muhakkak ise de bu değişmenin rahatsızlık verici yozlaşma şeklinde olduğunu zikredebileceğimiz bir durumun olmadığı anlaşılıyor.

           Şehirde erkeklerin sade giyimleri yanı sıra kadınlar da “adeviye” gibi edepli, dürüst ve kendi anlayışlarına uygun olarak tesettüre önem verirler, örtünürlerdi.[lxv] Türk toplumunda tezahür eden güzel hasletlerin biri olarak, kamunun karşılıksız faydalanabileceği, parasız olarak zarurî ihtiyaçların temin edilebileceği kurum ve mahallerin bulundurulmasıdır. Erzincan’da ziyaret niteliğinde bulunan Hazret-i Hızır Makamı diye anılan bahçe, kamuya açık ve ihtişamlı bir bahçe bulunmaktaydı. [lxvi]

           III. Selim’den itibaren Osmanlı Devleti’nin kendi iç  sistemi içinde bir dizi yenilikler yapılmaya çalışılmıştır. Merkezdeki yenilik ve değişim çabalarının ülke bütünü içerisindeki etkisi yörelere göre değişmektedir. Hatta, devletin doğrudan varlık alanını  oluşturan Anadolu ve Rumeli’nin  bazı bölgelerinde bile  merkezdeki kurumsal değişim ve dönüşümlerden habersiz denecek kadar uzak yerler olmuştur. Merkezdeki yeniliklerin Doğu Anadolu’daki ve özelde Ezincan’daki yansımalarını analiz ederken, bu bölgedeki etnik hareketlenmeleri ve Osmanlı-Rus ilişkilerini gözden ırak tutamayız.       XIX. yüzyılın tarihi olaylarının XX.yüzyıl Türkiye’sinde her zaman önemli bir ağırlığı ve etkisi olduğu gibi, son yüz elli yıl,  bu ülkede hâla anlaşılmaya çalışılan bir dönemi ifade eder.

          1865 yılına  kadar Osmanlı Devleti’nin ülke  yönetim sistemi, “eyalet”ler halinde örgütlenen alanların merkeze bağlılığı biçiminde olmuştur. Bu yıldan itibaren Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da Tuna vilayeti örnek alınarak yeni vilayetler teşkil edilmeye başlanmıştır.

           “Teşkil-i Vilayet Nizamnamesi” kesin şeklini H. 1284 (1867)’de Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında  almıştır. Buna göre;  ülkenin 18. vilayet sırasında olan Erzurum’a; Kars, Çıldır, Bayezid, Muş ve Van’la birlikte Erzincan da bağlı bir sancak merkezidir.  Erzincan sancağına bağlı kazalar şunlardı: Kemah, Gercanis (nahiyesi, Refahiye) [lxvii]. Kuruçay, Kuzican (Pülümür), Ovacık, Mazgir. Tercan ise doğrudan Erzurum merkez sancağına bağlıydı. Bu zamanda 2 nahiyesi ve 104 köyü bulunan Eğin ise yapılan değişiklikler esnasında Sivas’tan alınıp Harput/Mamuretü’l-aziz vilayetine bağlanmıştır (1878).

  1. yüzyıl eşiğine gelindiğinde Osmanlı DevletiSultan Abdulhamid’in yönetimi altında iç ve dış yoğun politik bir dönemden geçmiştir. 1887’deki Yunanlılarlayapılan savaşın kazanılması ve  1900’lerden sonra hükümdarın  yeryüzü Müslümanlarıyla kurmaya çalıştığı ilişki bu halklar arsında Osmanlıya karşı olan saygınlığı artırmıştır.  Asya, Ön Asya ve Afrika’da Osmanlı’ya karşı olan yenilenen bir  ilgi ve   saygı dönemi başlamıştır. Ancak, hükümdarın ülke kurum ve kuruluşlarının tümüyle kendi gözetimi içinde olması yönündeki  gayretleri, basın özgürlüğüne   karşı sansürünün giderek sıklaşması, ona karşı olan muhalefeti  artırmıştır. 

         Halk hayatından memnun, fakat sivil ve askeri bürokrasi, yüksek tahsil talebeleri bu istibdata karşı giderek hoşnutsuzluk duymaktaydılar. Çok geçmeden 1902 – 3 Makedonya – Bulgar ihtilali patlak verir. 21 Temmuz 1905’de ise Ermeni komiteciler, Doğu Anadolu’da 6 vilayeti içine alan bir Ermenistan hayaliyle “Bomba Suikastı”na sebep olurlar. Hükümdar, bu hadiseden sonra daha da tedbirli olma lüzumu duymuştur.

          Ali Namık Bey’den sonra, II. Meşrutiyet’in ilanına kadar, şu zatlar Erzincan Mutasarrıflık görevinde bulunmuşlardır:

         Asaf Paşa (1898 – 1903), Tevfik Paşa (1903 – 1904), Mahmud Paşa (1904 – 1908), Tevfik Bey (1908 yılı içerisinde), Yanyalı Şefik Bey (1908 – 1909).

         1887 senesinde, Erzincan’da bulunan IV. Ordu’nun Müşiri Zeki Paşa ise, 1908’e kadar bu görevi ifa etmiş; Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra bu görevinden alınmıştır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

         Meşrutiyet’ten sonraki yıllarda yapılan savaşlar ve dış siyasi mücadeleler neticesinde Osmanlı ülkesi büyük oranda toprak kaybına uğramış; Balkanlar’da, Rumeli’de ve Libya taraflarında pek çok Türk kanı dökülmüştür. II. Meşrutiyet’le iyice güçlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 11 Haziran 1913’de iktidara gelmiş, 1914 yılı sonlarında da Osmanlı I. Dünya Savaşı’na sokulmuştur.

         4 Ağustos 1914’te seferberlik ilanı olmuş, savaşa katılacaklarla yer değiştirmek zorunda kalan ahali, haberdar edilmiştir. Bu esnada orduda bazı değişiklikler olmuş, cephelere hayli ordu ve kolordu ile tümenlerin gideceği belirlenmişti.

         1913 – 1915 senesi sırasında yapılan değişikliklerle genel askeri sistem ve Erzincan’ın askeri yapısı şuydu:

          Kara kuvvetlerinden dört ordu kurulmuştu. Bunlardan doğu cephelerini (Kafkas Cephesi) tutacak olan III. Ordu olup, Komutanı Hasan İzzed Paşa ve merkezi Erzurum’du. Erzincan ise 1328’de tayin olunan Tatar Osman Paşa’dan bu yana ordu müfettişlik merkezi idi.

           Hasan İzzed Paşa, 1329’dan itibaren hem ordu komutanı ve hem de müfettişlik merkezinin dolaysız olarak komutanı olmuştu. III. Ordu’da 9’uncu, 10’uncu ve 11’inci kolordular bulunmakta olup, bir aşiret süvari kolordusu ve bir nizamiye tümeniyle Rus sınırında, jandarma tümeni Van’da, 37. Bağdat Tümeni yolda, 10’uncu Kolordu Giresun – Samsun kıyılarında teçhiz edilmişti.

           Osmanlı ülkesi, giriştiği I. Dünya Savaşı sırasında pek çok meselelerini çözmemiş bulunuyordu. Bunlardan en önemlilerinden biri de Ermeni sorunuydu.

           Seferberliğin ilanı üzerine Müslüman ahali, askerlik şubelerine müracaat ederlerken, onlarla birlikte aynı toprakların nimetlerini asırlarca paylaşan Ermeniler’in askere alınması gereken kitleleri pek çok hile ile kaçmanın yolunu aramışlardır. Bunların bir kısmı ise kendini yabancı uyruklu olarak tanıtıp, evlerinde rahat yaşamayı planlamıştır. Bu oyunun baş aktörleri olan Patrikler, aldıkları 43 lira karşılığında dileyen Ermeni’ye Hristiyan din adamı payesi kazandırdığı gibi, uygun gördükleri taş – duvar oyukları ve harabeler dahil rastgele binaları kilise addedip, ikamete papaz veya müstahdem sıfatıyla memur kılarlar. Bu yetmezmiş gibi, savaş içerisinde bulunan ahalinin maneviyatını bozmak için de her türlü soytarılığı yapmaktaydılar [lxviii]. Pek çok Ermeni, kilerlerine en az bir sene yetecek kadar zahire ve erzak doldurup gizlerler. Yapılan aramalarda, yüzlerce asker kaçağı sıfatını taşıyan Ermeniler’in yanı sıra, bu tip erzak depolarına (bunlar, aynı zamanda beklenen Ruslar’a verilmek amacıyla tutuluyordu) yüzlerce silah ve bombalara rastlanmıştır.

             Daha “Seferberlik” ilan olur olmaz, Ermeniler’in dörtte üçü Rus tarafına kaçıp, Türkler’e vurmak için fırsat beklemişlerdir. Savaş esnasında Ermeniler’den teşkil olunan Rus bölüklerinin caniyane hareketlerine bizzat şahit olan Rus subayları dahi memnuniyetsizlikle karşıladıklarını ifade etmekten çekinmemişlerdir. Öte yanda, kaçamayıp da Nizamiye ve amele taburlarına alınanlar da kısa zamanda firar edip, yollarda tesadüf ettikleri hasta ve tebdili hava efradı Müslümanlara saldırmışlardır. Köylerde erkeksiz kalan çocuk ve ihtiyarlar tehdit edilip, arazilerine çıkamaz olmuşlardır.

             Erzincan Rus idaresi altında bulunduğu  1916/17 kış boyunca çok şiddetli bir kış geçirmiştir. Türk ve Rus kuvvetleri Ekim ayında kışa göre hazırlık yapmıştır. Her tarafta askeri hareket durmuş, Türk kuvvetlerinin durumu iyice kötüleştiğinde, Erzincan’ın kurtarılması uzak bir umut haline gelmiştir.

            1917 Kasım ortalarında Sovyet hükümeti, Alman ordularının Şark Cephesi kumandanlığına derhal bir mütareke akdi istedi. Öte yandan, yine bu ayın sonlarında III. Ordu Kumandanımız Vehib Paşa, Rus Generali Perjovalski’ye bir mektup göndererek “mütareke” akdi teklifinde bulunur. Kurmay Başkanı bu teklifi, Tiflis’e gidip “Maverei Kafkas Komiserliğine” bildirir. Yapılan ilk girişimler sonunda Aralık başında görüşmeler başlamıştır. 15 Aralık 1917’de Brest – Litovsk şehrinde Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Türkiye bir taraftan; Rusya da karşı taraftan olmak üzere anlaşmaya otururlar. Yapılan anlaşmada, 11 maddelik karar metnini Türkiye adına Zeki Paşa imzalar. [lxix]

            Brest – Litovsk’da varılan anlaşma gereğince, Türkiye ve Rusya arasındaki harp haline fiilen son vermek ve Kafkas Cephesi’ndeki askeri ve siyasi duruma tayin ve tespit etmek üzere ayrı bir müzakerenin yapılması gerekiyordu. Bu amaçla Rus işgalinde olup da, Türk hakimeyitindeki bölgelere sınır olan Erzincan’da iki tarafından murahhasları karşılaşırlar.

            Türk heyetinin başında bulunanlar: III. Ordu Kurmay Bşk. Albay (Miralay) Ömer Bey, III. Ordu Hareket Şub. Müd. Binbaşı Hüsrev Bey ve III. Ordu Tercümanı Yüzbaşı Yakub Bey.

            Rus heyetinin başında bulunanlar: Kafkas Ordu Kurmay Bşk. General Major Vişinski, 156. Piyade Alayı Kumandanı Albay Petzenger[lxx], Nefer Al Smirnov, İşçi Cemiyeti azasından Gürcü Doçent Viktor Tevzaya, Tercüman Yüzbaşı Vedrinski, Fotoğraf Memuru Albay Esatze, Rus Köylü Cemiyeti azasından Ermeni Arşak Cemalyan idiler.

            Erzincan Mütarekesi’nin akdi münasebetiyle ilk kez Anadolu’da Türk makamlarıyla, Rus – Bolşevik makamları biraraya gelmişlerdir. Anlaşmanın gereğince her iki tarafın kuvvetleri arasında, tarafsız bir saha bırakmak üzere, bir sınır çizgisi (demerkasyon) hattı tespit edilecektir. Böyle bir hat, Türk Erkân-ı Harbiyesi’nce bastırılan bir haritada tespit edilip, mütarekeyi akde memur komisyon tarafından imzalanmıştır. Bununla komisyonun işi bitmiş olup, 29 Ekim 1914’te başlayan Türk – Rus Harbi, 3 yıl 50 gün sonra, 18 Aralık 1917’de fiilen sona ermiş bulunuyordu.

 

Erzincan’ın Ermeni Zulmünden Kurtuluşu 13 (26) Şubat 1918

         Osmanlı Kafkas Cephesi Karargahı’nın emriyle Türk kuvvetleri, güney (Munzur silsilesi geçitlerinden), güneybatı (Kemah Boğazı) ve batı (Çardaklı) yönünden, 12 Şubat günü üçlü genel bir harekata girişir. Güneyden gelip, şehri güneydoğudan doğru kuşatan milis kuvvetlerinin başında Binbaşı Halit Bey (bilahare mecliste öldürülen Halit Paşa, halk arasında Deli Halit diye anılmıştır) komutasında, Batı Dersim müfrezesi kıtaatının bir nizamiye taburu, bir makinelı tüfek bölüğüyle, 300 milis kuvvete sahipti.

         9 Tümen Harekatı: Bu tümenimiz, Ruslarla yapılan Erzincan Ateşkes Anlaşması’nda kabul edilen geçici hat üzerinde, Refahiye’nin batısındaki havalide tahkim edilen kuvvetlerimizdendir. Yığınakları Bulgar Çayırları, Kurtlutepe ve sair sağ teklerinde bulunuyordu. Bu zamanda yapılan eşinti ve taş örmesi siperler, yaranıp şehit olanların mezarları  hala pek çok dağ ve tepeler üzerinde belirli belirsiz durmaktadırlar. 36. Tümen Harekatı: 11 Şubat sabahında, Refahiye’den gelen Kâzım Karabekir Paşa, Kemah’ta 36. Tümen’in komutasını ele almış ve ordu karargahından gelen emirle, 12 Şubat’ta yürüyüşü başlatmıştır.

         Saat 3.00 olduğu zaman, henüz Erzincan işgal olunmamış idi. Ayrıca askeri harekâtta fayda mülahaza edilen 36. Tümen ve 9. Tümen kuvvetleri, henüz temas haline geçememiştir. Ki bu sırada Halit Paşa’nın milisleri, kentin doğu mahalleleri içine sarkmayı başarmışlardır.[lxxi] Milis kuvvetlerini müteakip, 9. Tümen kuvvetleri ve 36. Tümen’e bağlı kuvvetler, şehre tamamen girmişler ve saat 4.30’da Türk askeri hakimiyeti sağlanabilmiştir. 13 Şubat 1334 (1918) Çarşamba.

 


NOTLAR

[i] İ. K. Kökten, Orta, Doğu ve Kuzey Anadolu’da Yapılan Tarih Öncesi Araştırmalar, (TTK) Belleten- VIII / 32, Ankara 1944, s. 679.

[ii] M. Karaosmanoğlu, Erzincan- Altıntepe Kalesi’nin Anadolu Arkeolojisindeki Yeri ve Önemi, Uluslar Arası Erzincan  Sempozyumu- I, 2016, s. 268.

[iii] YA.  Fsk. 47, s.  2596. Tahir Erdoğan Şahin, Erzincan- Kemah Arası Fırat Vadisi Kadim Yerleşim Alanları, Tandırbaşı Dergisi, Ankara 2017, s. 6- 9.

[iv]  A. Erzen, Doğu Anadolu ve Urartular, s. 16; D. M. Carr, Writing on the Tablet of the Heart: Origins of Scripture and Literature. Oxford University Press. 2005, s. 48-52; A. Kuhrt, The Ancient Near East/ C. 3000-330 BC. Routledge Publishing 1995, s. 283–288; M. J. Shendge, The Language of the Harappans: From Akkadian to Sanskrit. Abhinav Publications 1997, s. 59-62; A. Sagona, Antonio,   The Heritage of Eastern Turkey: From Earliest Settlements to Islam. Macmillan Education Publications 2006, s.68’ den nakl. E.Yıldırım, M.Ö.II. Binyılda Paylaşılamayan Topraklar: Kuzey Suriye, The Journal of Academic Social Science Studies / 5, Issue 8, p. December 2012, s. 1389.

[v] A. Erzen, age,  s. 17;  S. Alp, Hitit Çağında Anadolu, Ankara 2000, s. 19.

[vi] Hitit belgelerinde ülke olarak KUR - URU HAYAŞA diye geçer. Ayrıca, Hayaşa şehri harabesi ( URU.DU URU HAYAŞA); şehir olarak ( URU HAYAŞA)  biçiminde  vurgulandığı gibi Laha Dağı ile birlikte anıldığı konusunda bak. G. Karauğuz, Boğazköy ve Ugarit Çivi Yazılı Belgelerine göre Hitit Devletinin Antlaşma Metinleri, Konya 2002, s. 149. 

[vii] M. T. Tarhan, MÖ XIII. Yüzyıllarda Uruatri ve Nairi Konferasyonları, (Basılmamış Doçentlik tezi), İstanbul 1978, s. 47,89;   “Urartu Devleti’nin Kuruluş Evresi ve Kurucu Krallardan Lutipri Lapturi Hakkında Yeni Görüşler”, Anadolu Araştırmaları Dergisi- 8, 1980, s.70 vd.;  M. Pehlivan, Hayaşa (M. Ö. XV- XIII. Yüzyıllarda Kuzey-doğu Anadolu), Erzurum 1995,  s.II, 15; Oktay Belli, Nairi- Habuskia Ülkesi Araştırmaları, I. Araştırma Sonuçları Toplantısı, İstanbul 1983, s. 31-32.

[viii] H. G. Güterbock, JCS 10,

[ix] Konuları krş. için ayrıca bak. F. Kınal Eski Anadolu Tarihi, Ankara 1962; M. Darga,  Hitit Devletinin Ana Hatları, ASD, I/1-2, İstanbul 1978. Bu iki kaynak çalışmamızın 1985 baskısında verilenlerdir. Sonraki yıllarda Hititlere ve diğer Anadolu halklarına ilişkin çeşitli kitap ve makale yayınlanmıştır. Yukarıda verilen bilgilerin teyidi ya da daha fazla ayrıntılar için bunlara bakılabilir.

[x] M. Salvini, Urartu Tarihi ve Kültürü, s. 58.

[xi] Herodotos, I,, 28.

[xii] Roma’nın Doğu bölgelerindeki iktisadi ve ictimai faaliyetlerinin niteliği konusunda geniş bilgi için bak.: Dawson, Batının Oluşumu, (çev. D. Tayanç), İstanbul 1976; H. G. Wels, Kısa Dünya Tarihi, (çev. Z. İhsan), İstanbul 1972; Köhnen, Dünya Ekonomi Tarihi, (çev. T. Akoğlu), İstanbul 1965; T. Frank, An Economic history of Roma, Baltimore 1927; D. Magie, Roman Rule in Asia Minor, Princeton 1950.

[xiii] Procopius, De aedificiis, III, 5, 15;

[xiv] H. Honigmann, Bizans Devletinin  Doğu Sınırı, s. 17.

[xv] C. Dawson, age, s. 103 - 106.

[xvi] A. A. Vasıliev, age, s. 393 - 394.

[xvii] Belazuri; Fütuhü'l-Büldan I, s. 215 - 216.

[xviii]  Nâzır Hüsrev, Sefernâme, s. 5; Turan, Selçuklu Tarihi ve Türk- İslâm Medeniyeti, s. 119 vd. ; Aynı müell. DATDT, s. 55, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. XXIII; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 83; N. Sakaoğlu, age. s. 17-18; M. H. Yinanç, agm, s.42 vd.

[xix] F. Sümer, İA., “Mengücükler” madd.

[xx] Abdullah Kaya, Mengücekoğulları Beyliği Tarihi, (Doktora), Konya 2006, s. 18-19.  Anılan çalışmada çeşitli kaynaklara işaret edilerek Mengücik ülkesine gelen diğer Türkmen oymakları belirtilmiştir. Buna göre; yirmi dört Oğuz/Türkmen  boyunun nerdeyse tamamına yakını bu bölgede ikamet olunmuştur.

[xxi] Bu bölünmeler için başvurulacak yegane kaynak, çağdaş müellif Süryani Mihael’dir (Chronigues, III, s. 252 – 253). Bu dökümanların doğru ve açık bir değerlendirilişi için ayrıca bkz. O. Turan, DATDT, s. 60.

[xxii] Niğdeli Kadı Ahmed, el Veled uş Şefik, s. 308 (den nkl. O. Turan, DATDT, s: 61,. not: 20) “Cülus-i Melik Fahreddin Behram Şah b-Erzincan sene 560”.

[xxiii] Baybars Mansûri, Zubbet ül-fikre, s. 26 a; O. Turan, DATDT, s. 18.

[xxiv] Z. V. Toğan, -Giriş-, s. 233, 234; N. Kaymaz, age, s. 34.

[xxv] F. Sümer agm , s. 105, 109; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I. s.   42, NOT: 1; Yazıcıoğlu Ali, ypr. 446 a.

[xxvi] F. Sümer, agm, s. 111.

[xxvii] İ. H. Uzunçarşılı, Eredna mad., İA; Ayrıca babasının Cafer adlı biri olduğu ve İslamlığı hakk. Bkz. Müneccimbaşı, Cami’üd-düvel, Esad Efn. Ktp.; 2103, vr. 558 b.

[xxviii] İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi I, Göst. yer.; Aynı  müell.  Anadolu Beylikleri, İstanbul 1937, s. 50; M. Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi- I, s. 93 – 94, 234, 2401241, 301; Z. V. Toğan, -Giriş-, s. 272; F. Sümer, agm, s. 125; O. Turan, Takvimler, Ankara 1954, s. 32, 48.

[xxix] Panaretos Vekayi-nâmesi (nden nkl. Y. Yücel, Mutahharten ve Erzincan Emirliği, Belleten, 35 / 140, s. 666 , Alm. Terc., s. 51).

[xxx] Mutahharten dönemiyle ilgili olarak  derli-toplu bir araştırma Yaşar Yücel tarafından yayınlanmıştır. Bk. XIV – XV. yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar, I, Mutahharten ve Erzincan Emirliği, Belleten,  35/  140, TTK.Ankara 1971.

[xxxi] Panaretos, (Alm. Terc.) s. 51.

[xxxii] M. H. Yınanç, Akkoyunlular, İA; A. S. Erzi, Akkoyunlu ve Karakoyun Tarihi Hakkında Araştırmalar, Belleten, S. 70, s. 189-190; Y. Yücel, Mutahharten ve Erzincan Emirliği, s. 667. Paneratos, s. 56.

[xxxiii] Y. Yücel, agm, 667-668.

[xxxiv] Timur, Timurlular hakk. derli toplu bibl. için bk. Mustafa Kafalı, İA. Timur mad.;  Hams R. Roemer, Timurlular mad.

[xxxv] Akkoyulularla ilgili olarak bkz. M. H. Yınanç, Akoyunlular, İA. mad.; A. S. Erzi., Akkoyunlu ve Karakoyunlu Tarihi Hakkında Araştırmalar, Belleten, 70 (1953), B. S. Baykal, Fatih Sultan Mehmed – Uzun Hasan Rekabetinde Trabzon Meselesi, Tarih Arş. Der.,II / 2-3, s. 69-70 ve not: 12; Z. V. Toğan, Giriş, s. 366; İ. Kafesoğlu, Türk Dün. El Kit., s. 884.

[xxxvi] B. S. Baykal, agm, s. 70, not: 12; Ali Kemalî s. 243-245; A. Şerif Beygu, Erzurum, İstanbul, s. 255-256.

[xxxvii]  Hafız Ebru, Zubdet’üd-Tevârih, vr. 457.

[xxxviii] F. Sümer, Karakoyunlular I. Ankara 1967, s. 103.

[xxxix] Hafız-ı Ebru, vr. 475a ve A. Semerkandî, s. 173 (den nakl. F. Sümer, Karakoyunlular I, s. 82-83.)

[xl] Ak-Khun/Hun olan Akkoyunlu kullanımı (Z. V. Togan), Bayındır boyunun siyasi güç olarak Doğu Anadolu’da (Yukarı Fırat Havzası) egemenlik alanlarının netlikle belirlendiği Kutluğ Beğ’den itibaren (J. E. Woods) yaygınlaşmıştır.

[xli] Oğuzların geleneksel/mitolojik soy kütüğü sıralamasında Bayındır Han, Gündüz Han’dan Oğuz’a bağlanır. Ebu Bekr-i Tihranî, Kitab-ı Diyarbekriyye, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 2001, s.31.

[xlii] Reşideddin Fazlululah, Oğuz Destanı (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) - Z. V. Togan, Oğuz Destanı/Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili, İstanbul 1972, s. 54. Erzincan’a bağlı Refahiye ilçesinin batısındaki köylerden birinin adı da Tülü’dür.

[xliii] Reşideddin: “ Dönker’in oğlu Erki büyük bir aş tertiplemişti. İki göl (navur) yapıp birisini yoğurt(ayran) birini de kımızla doldurmuş; öylesine çok at, sığır ve koyun eti toplamıştı ki bunlardan birkaç dağ olmuştu. Ne kadar memleket varsa onlardan insanlar yuğa gelmiş; hepsine aş vermişler; onlar beraberlerinde götürmüşler, lakin yine de artmıştı.” der. (s. 55). Z. V. Togan ilgili aş verme töreninde geçen ifade biçiminin Göktürk Anıtlarıyla benzeştiğine dikkati çekmektedir. Not: 631a.

[xliv] Z. V. Togan, Oğuz Destanı’nın Yazılış Yeri- Tarihi ve Yazılış Şartları, Oğuz Destanı/Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili, s. 118.

[xlv] Z. V. Togan, Oğuz Destanı’nda Bahis Konusu Olan Hükümdarlar, Sülâleler, Şahıslar ve Hâdiseler, Oğuz Destanı/Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili, s.145.

[xlvi] B. S. Baykal, Fatih S. Mehmed – Uzun Hasan Rekabetinde Trabzon Meselesi, Tarih Arş. Der. Sayı: 2-3; s. 70, not: 12. Aynı makalede adı geçen mezarın resmi neşredilmiştir.

[xlvi] F. Sümer, Karakoyunlular I, s. 93; Erzincan’da yazılmış bir Ermeni kolofonunda 1416 yılına ait katliam hareketlerinden bir cümle bahsedilir. İhtimal ki, Kara Yülük’ün yağması anlatılmak istenmiştir. Bkz. H. D. Andreasyan, XIV ve XV. yy. Türk Tarihine Ait Ufak Kronolojiler ve Kolofonlar, Tarih Der. S. 101.

[xlvii] Şerefnâme, s. 514.

[xlviii] Oruç Bey, s. 123.

[xlix] Hasan-ı Rumlu, Ahsenü’t-Tevârih, vr. 114b. Bu dönemin çağdaşı olmayan Müneccimbaşı’nın “Veziri Ömer Bey bir Bektaş lafzında “Emir” yanlış olarak “Ömer” geçse gerekir. Ancak, İ. H. Uzunçarşılı “Emir Ömer Bey” demeyi tercih etmişti. Bkz. Osm. Tar., II, s. 93. F. Sümer (Safevî Devl. Kur. Türkmenlerinin Rolü, s. 102, not: 181). Ömer Bey’i silsilenin en başına koymuş, sırayla: Ömer Bey, Emir Bey (Tokat Bayındırlı diye anılıp, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın emirlerinden. Biz onun Erzincan idarecilerinden olduğu kaydını koyduk), Gülabi Bey (Yakub Bey devri emirlerinden. Erzincan’da ikamet ve idarecilik yapmış olduğu kanaatinde olduklarımızdan), Emir Han (Şah İsmail’in mühürdarı, Tahmasb’ın Lalası ve Herat Beylerbeyisi), Muhammed Bey, Emir Han. Silsilenin son üç şahsiyeti Erzincan Tarihi seyrinin dışındadır.

[l] Z. V. Toğan: “Kara Yusuf kendini –Kara Bahadır Noyan- diye adlandırmış ve fermanlarına oğlu Pir Budak’ın isminden “Sultan Pir Budak yarlığıdır. Ebunnasr Yusuf Bahadır sözümiz” şeklinde başlık attırmıştır.”, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 369. İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, s. 75. Yine bunu teyitle Erzincan’da Pir Budak namına kesilen bir sikkede “Yusuf Bahadır” lafzı olduğunu kaydedelim. Bkz. Ali Kemalî, s. 215.                           

[li] “Arznâme”, Milli Tebebbular Mecmuası, II, s. 273-305; Ö. L. Barkan, Tarih Vesikaları, I, (1941). s. 1-45; Aynı müell. Osmanlı Arazi Kanunları, İstanbul 1945, M. H. Yinanç, Akkoyunlular, İA; M. Akdağ, TİİT, I, s. 144-147; Z. V. Toğan, -Giriş-, s. 369; İ. H. Uzunçarşılı, age, s. 100; Y. Öztuna, Büyük Türk. Tar.; IV, s. 120.

[lii] Klaviyo, s. 66-68, 70.

[liii] Klaviyo, s. 75-76.

[liv] M. Akdağ, TİİT,I, s. 123, 20, 214.

[lv] Bretschneider, Med. Researches, II, s. 263; Z. V. Toğan, s. 219.

[lvi] M. Akdağ, s. 204.

[lvii] Y. Öztuna, BTT- II, s. 193 vd.                        

[lviii] BA. Tapu – sayı: 60.

[lix] D. Aydın, Erzurum Beylerbeyiliği ve Teşkilatı / Kuruluş ve Gelişme Devri (1535 – 1566), -doktora tezi-, Erzurum, 1972, s. 5.

[lx] N. Göyinç, Diyarbekir Beylerbeyiliği’nin İl İdare Teşkilatı, Tarih Dergisi, S. 23, s. 23 vd.; BA. Tapu – sayı: 64.

[lxi] İ. Miroğlu, Bayburt Sancağı, s. 19 – 20.

[lxii]  BA: Tp. Def. sayı: 387, s. 820 – 830/İ. Miroğlu, age., s. 20.

[lxiii] BA: Tp. df., sayı: 95, sayı: 387/İ. Miroğlu, age,s. 20; F. Kırzioğlu, Osm. Kaf., İl.Fet., s. 120 vd.; M. T. Gökbilgin, XV. ve XVI. asırlarda Rum Eyaleti, Vakıflar Dergisi, VI, (1965), s. 51 vd.

[lxiv] Evliya Çelebi, II, s. 619.

[lxv] Evliya Çelebi, II, göst. yer.

[lxvi] Evliya Çelebi, II, s. 620.

[lxvii] Buranın nahiye oluşu, idari organizasyonunun direkt Erzincan’a bağlı olmasını gerektirmiştir. Ki, durumu 1289’a ek salnamede işaret edilmiştir.   

[lxviii] Ermeni Komitelerinin Amâl ve Harekât-ı İhtilâliyesi, İst. 1933, s. 177 vd.

[lxix]A. N. Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 331 vd.; DVP (Dokumentry Vneşney Politiki = SSCB Dış Politika Belgeleri), C. I. Moskova, 1956, s. 25; DMZG (Dokumentiı Materyalı po’uneşney Politike Zakavkaz i Gruzil = Maverai Kafkas ve Gürcistan Dış Siyaseti’ne ait Vesikalar ve Malzeme), Tiflis, 1919 ve no: 6; H. Bayur, I. Genel Savaş’tan sonra yapılan barış ve anlaşmalarımız, -I-, BrestLitovsk Müzakereleri ve Barışı (20 Aralık 1917 – 3 Mart 1918), Belleten, XXX / 123 (1967) s. 375 – 415.

[lxx]Bu imzalardan gerek DVP, C. I, Belge 30’dan ve gerekse Ank. Harp Dairesi Arşiv nüshasında okunamayanlar vardır. Petzenger gibi. Biz bunları o zaman zekilen fotoğraflara düşülen adlardan tamamlayabildik.

[lxxi] Bunu, Kazım Karabekir’in 36. Tümen’in ileri tabur komutanı Yüzbaşı Enver’le olan konuşması teyit eder. s. 94.

TOP