ERZİNCAN FIKRALARI

Erzincan Jokes

Dr. Öğr. Üyesi N. Hümeyra ÖZDEMİR EREM

 

          Kültür hazinesinin içinde toplumumuzun mizahi bakış açısını ortaya koyan unsurların başında fıkralar gelir. Fıkralar Türk kültür ve geleneklerinde önemli bir yer tutar. Çoğunlukla söylenmek istenenin doğrudan dile getirilmediği, ince zekâ ürünleri olarak ortaya çıkan bu kültür, aynı zamanda halkın inanışları, yaşam tarzı, dünyayı algılama biçimi gibi pek çok ögenin de belleğidir.

          Bir tür olarak fıkralar denildiğinde akla gelen ilk isim Nasrettin Hoca’dır. Karadeniz fıkraları denildiğinde adı zikredilen Temel fıkraları ve Bektaşî fıkraları da oldukça iyi bilinir. Bu fıkra tiplerinden başka sözlü kültür aracılığıyla söylenegelen pek çok yöresel fıkranın da var olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Erzincan fıkraları da yöresel çerçevede Erzincan’ın, Erzincanlının karakteristik özelliklerini ortaya koyması yönüyle önemlidir.

          Bu bölümde Erzincan ve köylerine ait fıkralardan başka Üzümlü (Cimin), Kemah, Kemaliye (Eğin), Tercan fıkraları ve Erzincan ile sıkı münasebeti olan Kelkitli fıkraları derlenmeye çalışılmıştır.

 

1. ERZİNCAN VE KÖYLERİNE AİT FIKRALAR

1.1.  Bu Kadar Acıya

         Diş hekimi morfin vurmadan hastanın ağzındaki dişi çekip çıkardı. Hastanın inlememesine, ses çıkarmamasına bakarak sordu:

 

“Sen Erzincanlı mısın?”

“ Evet, nereden bildiniz?”

“Bu kadar acıya Erzincanlıdan başka kimse dayanamazdı!” (Özdemir, 2009).

 

1.2.  Yanlışı Köprüde Yaptık

         İki Erzincanlı trenle seyahat ederken kompartımanlarına bir istasyonda yeni bir yolcu gelir. Selamlaşma ve iyi yolculuklar dileme faslından sonra ortam sessizleşir. Yabancı, trenin penceresinden dışarıyı seyrederken Erzincanlılar sohbete başlar. Sohbeti dinleyen yabancı bir süre sonra bu hemşerilere dönerek:

 

  “Erzincanlı mısınız?” diye sorar.

  Sorunun altında haince bir niyet olduğunu düşünen Erzincanlıların ikisi birden cevap verir:

  “Yoh degilük.”

  Yabancı ısrar eder:

  “Yo yo… Siz Erzincanlısınız, inkâr etmeyin.”

  Erzincanlılar yabancının bu ısrarında bir art niyet olduğuna kesin kanaat getirir.

  “Degülük gardaş, yalan mı söylüyecevük?”

  Yabancı ısrarlıdır:

  “Peki o zaman, yaprak der misiniz?”

            İki yoldaş, yabancının kendilerinin Erzincanlı olduğunu anlamanın akıllıca bir yolunu seçtiğini keşfetmiş olmanın rahatlığıyla durumu kurtarmak için gayet kibar bir şekilde “yaprak” derler. Adam:

“O zaman toprak der misiniz?”

  Yine ikisi birden atılır: “Toprak.”

           Bu soru cevaplar yabancı açısından keyifli bir hal almaya başlamıştır artık ve yabancı sonuna kadar gitmeye de niyetlidir:

           “Şimdi bir de köprü deyin bakalım.”

             İki hemşerinin bu oyunda yabancı kadar eğlenmese gerek her ikisi de içlerinden geldiği gibi yanıt verir:

           “Körpü.”

            Yabancı rahatlar, koltuğuna yaslanır:

           “Anlaşıldı. Siz değiliz, diyorsunuz ama Erzincanlısınız. Yolunuz açık olsun.” diyerek trenin bir sonraki istasyonunda iner.

            Tren yoluna devam ederken iki arkadaş yabancının bu keşfi nasıl yaptığı üzerine tartışmaya başlar:

           “Ula gardaş yaprak de, dedük; toprak de, dedük… Ne falan yedüysek körpüde yedük.” (Özdemir, 2009).

 

1.3.  Paşanın Şerefine

         Köyü teşrif edecek vali için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Bir de kurban kesilecekti. Kurbanı kesecek şahsa sıkı sıkı tembih ettiler:

 

“Bismillah-i Allah-ü Ekber deyip bıçağı süreceksin! Sakın unutmayasın.”

         Ertesi gün, vali köye geldi. Kurbanı kesecek şahıs bir anda ne diyeceğini unuttu. Bıçağını kaldırdı bir süre bekledi ama yine hatırlayamadı söylemesi gereken sözleri. Derken çareyi kendi uydurduğu cümlelerle kurbanı kesmekte buldu:

“Paşa’nın şerefine!” (Özdemir, 2009).

 

1.4.  Sehen Ne, Eltimgile Gidiyem

         Dörtyol kavşağında, yayalara kırmızı ışık yanıyordu. İhramını yüzüne kapatmış olan kadın yolu boş görüp karşıdan karşıya geçmeye başladı. Kavşakta görev yapan polis memuru yayayı ikaz etti:

“Hey bacı! Nereye gidiyorsun?”

“Ene delinin zoruna bah! Sehen ne, eltimgile gidiyem.” (Özdemir, 2009).

 

1.5.  Şekerin Var mı?

 Doktora giden yaşlı kadın doktorun sorularını cevaplıyordu:

  “Neren ağrıyor teyze?”

  “Ben ne bülüm oğul. Ebile karnım, karnımın üst tarafları hep sızlıy.”

  Doktor hastayı bir iki kere daha dinledikten sonra sordu:

  “Teyze şekerin var mı?”

  İhtiyar kadın cevap verdi:

  “Anam babam pancar ektük. Herhalde pavrukadan bigaç çuval verürler.” (Özdemir, 2009).

 

1.6.  Bu Kadar İlaç

         Köylünün biri hastalanınca doktora gitmiş. Doktor da tedavi için gereken ilaçları yazdıktan sonra ilaçları almak için eczaneye giden hasta, tezgâhın arkasındaki gence merakla sormuş:

 

  “Buranın sahabı ıhtiyar bir adam var ıdı. Nerede?”

  Genç cevaplamış:

“Efendim, sizlere ömür.”

Hasta adam önce ilaçlara sonra da elindeki reçeteye bakarak kendi kendine söylenmiş:

         “Bu gaden ilacı olan adam gendini gurtaramamış. Bi iki barmah kâğıttakiler mi beni gurtaracak?” (Özdemir, 2009).

 

1.7.  Tanımazın

Askere gitme yaşı gelen delikanlıya askerlik şubesindeki komutan sormuş:

“Adın ne?”

“Ahmet Sertadım.”

“Doğum yerin ve tarihin?”

“Erzincan 1950.”

“Babanın adı ne?”

“Komutanım söylesem de tanımazsın.” Gence öfkelenen komutan celallenmiş:

“Evladım sen söylesene!..”

“Ömer. Buğday Meydanı’nda alafdar. Tanı bakayım, hadi tanı...” (Özdemir, 2009).

                                  

1.8.  Fetva Dediğin

         Adam biri bilerek ve isteyerek orucunu bozmuştu. Görüşünü aldığı herkes orucunu yeniden eda etmesini ve altmış gün de kefaret orucu tutması gerektiğini söylüyordu. Adam bu kadar orucu kesinlikle tutamayacağını düşünüyor, bir kolaylık arıyordu.

          Hiç oruç tutmayan ve bilgisi olmayan bir kişiye sordu ve “orucu günü gününe tutması gerektiği” cevabını alınca mırıldandı:

“Hah şöyle! Fetva dediğin böyle olur!” (Özdemir, 2009).

 

1.9.  Sen mi Daha Kahramansın?

         Kendi de oruç tutmayan bir adam caddenin ortasında ağzında sigarasını tüttürerek giden hemşerisinin yakasından tuttu. Olaya şahit olanlar ramazan günü caddenin ortasında sigara içmenin bedelini ödeyecek adama çevirdi bakışlarını. O sırada hemşerisinin yakasına yapışan adamın ağzından şu cümleler döküldü:

         “Ben sigaramı Terzibaba Mezarlığı’nda içerken sen caddenin ortasında nasıl içersin? Bu şehirde kimse benden daha kahraman olamaz!” (Özdemir, 2009).

 

1.10.  Yalan Söylemiş Teresler

         Hacı İzzet Paşa, tuhaflıklarıyla meşhur bir valiymiş. Çamaşırlarını yıkatmak hiç âdeti değilmiş. Kirli çamaşırlarını yıkatmak yerine sürekli atarmış. Geceleri kullandığı külahını giymek için kendince bir oyun geliştirdiği de söylenegelmiştir. Paşa, külahını her gece tavana fırlatır, daha sonra da altına geçerek özel bir usulle kafasına geçiriverirmiş. Ayrıca “teres” tabirini çok kullanırmış.

         Bir kişi kendisine “teres” diyen İzzet Paşa’yı Sadaret’e şikâyet etmiş. Paşa’yı karşısına çağıran bakan sormuş:

 “Valim senin için ‘teres’ diyor dediler. Ne dersin?” İzzet Paşa cevap vermiş:

“Teresler, kulunuza iftira etmişler.” (Özdemir, 2009).

 

1.11.  İyi Söyledi Teres

         Hacı İzzet Paşa, Erzincan'da yaptırmakta olduğu caminin çevre duvarlarının inşası sırasında duvar ustasına:

         “Duvarı fazla yüksek tutmaya hacet yok. Şöyle keçilerin, köpeklerin geçemeyeceği kadar yükseltilsin yeter.” deyince sert mizaçlı olan usta İzzet Paşa’ya dönerek:

         “Efendi! Sen işine git! Benim keçilerle, köpeklerle işim yok. Kaç arşın yükseklikte istenirse yaparım.”

 Bunun üzerine İzzet Paşa yanındakilere şöyle der:

“Beni bilip tanımadı, ama iyi söyledi teres.” (Özdemir, 2009).

 

 

1.12.  Kabul Etmedi

Müftülükte yapılan imamlık imtihanını kolayca geçeceğine kanaat getiren bir adama müftü sordu:

“İslam’ın şartı kaçtır?”

“Yirmi beş.”

          Müftü sinirlendi ve imtihana giren şahsı kovdu. Dışarıya çıkan adamın başına toplanan kalabalık mülakat için sırada bekleyen diğer adaylardan oluşuyordu:

“Nasıl geçti sınavınız? Ne türde sorular soruyorlar içeride?”

“Müftü bana İslam’ın şartını sordu, ben de yirmi beş dedim.”

Bekleşen kalabalık itiraz etti:

 “E niye beş demedin?”

“Yahu ne diyorsunuz? Yirmi beşi kabul etmeyen müftü beşi hiç kabul eder mi?” (Özdemir, 2009).

 

1.13.  Kavga Etmeyin

         Henüz birkaç günlük evli olan gelinlerinin ev işlerine bir an evvel yardım etmesini isteyen kayınvalide ve kayınpeder, ona bunu söylemek yerine onu utandırmayı ve böylece işi ele almasını bekliyorlardı. Yaptıkları plana göre her sabah yataklarından kalkan kayınvalide ve kayınpeder evin süpürülmesi, derlenmesi toplanması konusunda tartışıyorlardı. Kaynana bugün de evi ben süpüreceğim, diyor, kayınpederse yok Hanım, sen niye süpüresin ki ben yaparım, diye cevaplıyordu. Birkaç gün bu durum böylece devam etti. Yine bir sabah tartışmayı oturduğu yerden izleyen gelin araya girerek:

“Aa, niye kavga ediyorsunuz anneciğim? Bir gün biriniz, bir gün de biriniz…” (Özdemir, 2009).

 

1.14.  Yüzmeyi Bilmek

Gelin, kaynana evde konuşuyorlardı. Bir ara kaynana oğluna döndü ve sordu:

“Oğlum gelinle ben suya düşsek hangimizi kurtarırsın?”

 Oğlan duraksamadan cevapladı:

“Ana, inşallah yüzme biliyorsundur.” (Özdemir, 2009).

 

1.15.  En Tatlı Şey

Evin kâhyasının yanında karı koca konuşuyorlardı. Adam karısına sordu:

“Dünyada en tatlı şey nedir?”

“ Elbette sensin kocacığım.”

         Bunları duyan kâhya çok duygulanmıştı. Karar verdi. Akşam aynı soruyu kendi karısına soracaktı.

“Hanım, dünyada en tatlı şey nedir?”

 Karısı gayet çabuk bir cevap verdi:

“Çemicinen bastık!” (Özdemir, 2009).

 

1.16.  Şalgam

Hasan Efendi’nin kulakları ağır işitiyordu. Tarlada meşgulken komşusu uzaktan bağırdı:

“Hasan Efendiii, selamün aleyküm.”

 “Şalgam ekiyorum.”

“Selamün aleyküm dedim, selamün aleyküüm.”

“Nesi vermiyor? Geçen sene de ektim çok iyi verdi.” (Özdemir, 2009).

 

1.17.  Hani Olsa

         Zihni Efendi hasta ziyaretine giderken bir şey götüremediği için biraz mahçuptu. Bu mahçupluğunu gidermek için sordu:

“Osman Efendi, elma olsa yer misin?”

“Hani elma?”

“Hani olsa... demiştim.” (Özdemir, 2009).

 

1.18.  Üç Hayvan

Üç kişi Terzibaba Mezarlığı’nın yanından geçiyordu. İçlerinden birisi:

“Şuradan geçerken ölülerin ruhuna birer Fatiha okuyalım.” dedi.

Üçü de Fatiha’yı bilmediklerini söyleyince Fatiha okumayı teklif eden suratını ekşitti:

“O zaman gelin dört elle geçelim de ölüler üç hayvan geçti sansınlar.” (Özdemir, 2009).

 

1.19.  Lâzım Lâzım

         Erzincan’ın tarihinden gelen isimlerdin birisi de Gerek Gerek Camii’nin adıdır. Erzincan’a gelenler bu caminin adını hafızalarında tutmakta zorlanırlar. Emniyet Müdürlüğünde görev yapan bir polis memuru, bayram namazında görevlendirildiği camiye giderken evdekilere:

“Belki geç kalırım Lâzım Lâzım Camii’nde görevliyim.” diyerek evinden ayrılır. (Özdemir, 2009).

 

 

1.20.  Olmayacak

         Boyacılar Camii önünde yaşını başını almış bir seyyar satıcı karpuz satıyordu. Cami boşalmaya başlayınca bağırmaya başladı:

“Alın alın, gelecek sene kavun karpuz olmayacak!”

“Etrafında biriken kalabalık pür dikkat kendisini dinliyordu.”

Bazıları da öfkelenerek:

          “Sen nereden biliyorsun gelecek sene kavun karpuz olmayacağını?” diye sitem etti. Seyyar satıcıysa sözlerinde ısrar ederek:

“Vallahi de olmayacak, billahi de!.. “

“ Yahu delirdin mi sen?”

         “Niye delireyim? Kavun kavundur, karpuz da karpuz. Kavunun karpuz olduğu nerede görülmüş?” (Özdemir, 2009).

 

1.21.  Bir Dediğini İki Etmem

         Yeni Mahalle Camii’nin bahçesindeki çay ocağında sohbet ederken arkadaşları adama:

         “Senin aile yaşantına hayranız, eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir hayatın var. Eşinin bir dediğini iki etmiyorsun. Bu mutluluğunun sırrını bize de anlat yoksa pısırık olduğunu düşüneceğiz.” derler. Adam:

         “Kısaca anlatayım... Düğünümüz bittikten sonra karım kendi atına ben de kendi atıma bindik evimize doğru gittik. Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve sendeledi. Karım eğildi ve atıma 'Bir!' dedi. Biraz daha ilerledik ve atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediği zaman eşim tekrar eğilip hayvancağıza 'İki!' dedi. Az sonra atım tekrar aynı şekilde tökezleyince eşim atından indi ve ata 'Üç!' dedi. Çeyizinden tabancasını çıkartıp atımı alnından vurdu.

Eşime bir hışımla çıkıştım:

         ''Yazık değil mi ata, neden vurdun kadın? Delirdin mi? dedim. Karım arkasını döndü ve bana 'Bir!' dedi. O günden sonra karımın bir dediğini iki etmedim.” (Özdemir, 2009).

 

1.22.  Don Çıkaran

         Recep Yazıcıoğlu, Çakırman Deresi’nde yaklaşık 10 metre yükseklikten akan suyun altında gazetecilerle doğal jakuzinin keyfini çıkarıyordu. Sohbet ederken Vali, 3. Ordu Komutanı’nı rafting yapmaya götürdüğünü, botlarının batma tehlikesi atlattığını, bu yüzden de o bölgenin adının "Paşa Batıran” olarak kaldığını, ancak doğal jakuzi yaptığı bu yere bir ad bulamadığını anlatıyordu. O sırada on metre yukarıdan akan su, bir gazetecinin çamaşırını aşağıya indirdi. Yanında bulunan diğer gazeteci keyifle cevap verdi:

         “ Buldum Vali Bey, buranın adını buldum.”

“Neymiş?”

“Don çıkaran.” (Özdemir, 2009).

 

1.23.  Sur Üflendi

         13 Mart 1992 tarihinde meydana gelen deprem sırasında bir Erzincanlı, otomobili ile Yenişehir Hamamı'nın yanından geçiyordu. Arabada olduğu için depremin sarsıntılarını arabanın kasislere vurması olarak algılamıştı. O sırada hamamdan panikle peştamalları ile çıkıp ana caddeye doğru koşan yarı çıplak insanları gördü. Buna bir anlam veremedi. Kendi kendine heyecanla:

          “Yahu demek ben öldüm. Kim bilir üzerinden ne kadar zaman geçti. İsrafil sura üfledi. İnsanlar da mahşer yerine koşuyorlar. Ya ben niye duruyorum?” diyerek arabasını insanların koştuğu istikamete sürmeye başladı (Özdemir, 2009).

 

1.24.  Sözü Kesmek

         Belediye başkanı, mikrofonu yakaladığında bir türlü susmak bilmiyordu. Bir akşam telefonla katıldığı canlı yayında Erzincan'ın ve Erzincanspor'un problemlerinden bahsediyordu. Konuşma uzadıkça uzadı. Spikerin de artık tahammülü kalmamıştı, zihnini toplayamadan başkana:

“Sayın Başkanım, müsaade ederseniz şeyinizi kesmek istiyorum.” dedi.

Başkan heyecanla devam etti:

“ Kesmesine kes de, bir şey daha söyleyeyim ondan sonra kes.” (Özdemir, 2009).

 

1.25.  Mamafi de Sen, Binanali de Sen

         Adamın biri doktorda muayene olduktan sonra doktorun tavsiyelerini dinlemiş ve parayı uzatmış. Doktor parayı alınca teşekkür etmiş ve adam oradan ayrılmış. Kahvehanede bir arkadaşı ile çay içip sohbet ederken arkadaşına sormuş:

“Yahu şu dohdur baha bir şeyler annattı amma bazı sözlerini heç anamadım.” demiş.

“Hangi kelimeleri anlayamadın?” diye soran arkadaşına:

“ Mamafi (mamafih), binanali (binaenaleyh) bi de teşekkür kelimelerini annamadım.” demiş. Biraz mukallit olan arkadaşı:

         “Valla bu kelimeleri ben de anlayamadım. Doktor herhalde sana sövmüş.” deyince adam şimşek misali yerinden fırladığı gibi doktorun muayenehanesinde almış soluğu. Hışımla kapıyı açıp “Dohdur Beg” diye gürlemiş:

         “Mamafi de sen, binanali de sen. Ayrıca teşekkür de senin ağzıyın ortasına olsun.” (Özdemir, 2009).

 

1.26.  Petrol Çıkacak Değildi

Yemeğinin içinden taş çıkan yurt öğrencisi heyecanla aşçı İsmail'e sorar:

“Efendim, yemeğin içinden taş çıktı.”

İsmail usta gayet sakin bir üslupla cevap verir:

“Tabii ki taş çıkacak, petrol çıkacak değildi ya!” (Özdemir, 2009).

 

1.27.  Babamın Yaptığı

Mağdur köylü etrafta:

         “Atımı kim aldıysa derhal getirsin. Yoksa babamın yaptığını yapacağım.” deyince atı çalan hırsız bu sözü işitmiş ve çok korkmuş. Gidip atı getirmeye karar vermiş. Atı sahibine teslim ederken sormuş:

“Senin baban ne yapmıştı ki ağabey?”

“Ne yapacak, köye kadar yayan gitmişti.” (Özdemir, 2009).

 

1.28.  Hanımından Korkmayan Var mı?

Adamın biri kahveye girer ve oyun oynayanlara hitaben:

“ Beyler, bi dakka. Hanımından gorhanlar ayağa gahsın.” dedi.

         Ani bir gürültü, hayda… Bir kişi hariç herkes ayakta... Kahvenin tamamı hayretler içinde. Soruyu soran adam, oturana yaklaşıp:

        “Ağabey helal olsun be! Deliganlı adammışsın. Harbiden sen hanımından korkmaz mısın?”

        “Yav gardaşım, ele bi laf ettin ki dizlerim bağı çözüldü, galhamadım.” (Özdemir, 2009).

 

1.29.  Yarı Buçuk Ölmüşler

         Hoca cenazeleri yıkarken hiç kimseyi yanına almıyordu. Bu yüzden de cenazelerin nasıl yıkandığını kimse bilmiyordu. Kaç defa sordularsa da cevap alamamışlardı. Azmetmişlerdi, cenazenin nasıl yıkandığını öğreneceklerdi. Adamın birisi:

         “Ben ölmüş gibi davranayım, beni hocaya teslim edin. Size başıma gelenleri sonradan anlatırım.” dedi.

         Böylece adamı cenaze damına soktular. Hoca elindeki büyük bakır kepçeyi suya daldırıp soğuk suyu adamın üzerine döktü. Soğuk suyu hisseden şahıs birden bire irkildi. Bunun üzerine hoca elindeki kepçeyi adamın kafasına vurup yıkama işlemini tamamladı. Dışarıdakiler merakla beklerken hoca cenaze sahiplerinin yanına gitti ve onlara şu cevabı verdi:

“Bundan sonra bana yarı buçuk ölmüş adamları getirmeyin.” (Özdemir, 2009).

 

1.30.  Her Yer Tekne

         Adam, annesine ilaç diye bir şişe rakıyı içirmişti. Zavallı kadın içtikten sonra da işine devam ediyordu. Ancak eline aldığı elekteki unu etrafa savuruyordu.

Oğlu bir yandan gülüyor bir yandan da:

“Ana, unu ortalığa eliyorsun. Tekneye elesene!” diyordu. Kadın tebessüm ederek cevapladı:

“ Oğlum anana her yer tekne...” (Özdemir, 2009).

 

1.31.  Salâvatı Dilinde

         Adam cinlerden ve gecenin karanlığından çok korkuyordu. Bir gece sokağa çıktı. Karşısındaki çalı, rüzgârla hafif hafif sallanıyordu. Bunu görünce durdu ve ileriye doğru bağırmaya başladı.

         “Eğer Müslüman cinniklerseniz çekin gidin. Yok, eğer kâfir cinnikler iseniz salâvatı dilinde olmayanın...” (Özdemir, 2009).

 

1.32.  Eh Eze Oğlu

          Adam o kadar cimriydi ki her durumda nasıl daha az harcayacağının hesabını yapıyordu. Evde misafirlerinin olduğu bir gün televizyonu pinti ev sahibine güç bela açtırdılar. Ses çok kısıktı ve herkes tarafından duyulmuyordu. Misafirlerden birisi:

         “Yahu şu televizyonun sesini açın, biz de duyalım.” dedi. Birisi ayağa kalktı ve elini daha televizyona değdirmeden pinti ev sahibi çok sesin çok elektrik harcayacağını hesap ederek atıldı:

“Eh eze oğlu… Bu kadar yeter…” (Özdemir, 2009).

 

1.33. Selüke'yi de Gördüm ya!

         Selükeli bir kız köyüne hayli uzak bir yere gelin gitmişti. Çocukluğunun geçtiği yerleri çok özlemişti. Bir yolunu bulup ziyaret etmek istiyordu. Ancak kocası her seferinde "Olmaz!" diyordu da başka bir şey demiyordu.

         Kadın bir düğünü vesile edip kocasından habersiz Selüke'ye gitti. Akşam eve döndüğünde da kocasından bir sürü azar işitti, tonlarca dayak yedi. Yediği onca dayağa aldırmayan kadın ferahlamışçasına:

“Oh... Canıma değsin ben de Selüke'yi gördüm ya!” dedi (Özdemir, 2009).

 

1.34.  Hah’da Namaz

         Bir grup Hah’da (Bahçeli) bir evin bahçesinde oturuyormuş. O ara namaz vakti gelmiş. Bir kişi imam olsun, cemaatle kılalım, diyerek içlerinden birini imam seçmişler. Adam, "Ben yapamam, edemem" demişse de yakayı kurtaramamış. Çaresiz kabul etmiş. Saf tutmuşlar. Adam “Allahu Ekber” demiş ve namaza başlamışlar. Cemaat secdeye vardıktan sonra kendisi alçak bahçe duvarından öbür tarafa atlayarak saklanmış. Cemaat secdede beklemiş, beklemiş... Dakikalarca beklemiş. Biri kafasını kaldırmış. Bakmış ki imam yok. Hemen bağırmış:

          “Yav imam gaçmış!” deyince cemaat doğrulmuş ve namaz da bozulmuş tabi... İçlerinden biri mırıldanmış:

“Bir iti zorla ava götürürsen tuttuğunu da yer gelür.” (Özdemir, 2009).

 

1.35.  Hasan

         Erzincan köylerini eskiden eşkıyalar sık sık basar, ne bulurlarsa götürürlermiş. Karşı köylerden birinde Hüseyin Efendi adında biri, harmanını yaba ile savurmuş, buğdayını yığmış. İşini bitirinceye kadar da akşam olmuş, hasadını eve taşıyamamıştı. Gece eşkıya gelirse buğdayını götürür düşüncesiyle hazırladığı planı oğluna anlatmaya başlamış:

         “Hasan sen bu beşli silahı al, şu yandaki hendekte yat. Ben ne zaman Hasan diye bağırırsam, ne var ne oluyor demeden silahı patlat.”

Hasan babasının dediği gibi hendekte beklemiş. Hüseyin Efendi de buğday yığınının yanında yatmış.

         Gece uykusundan uyanan Hüseyin Efendi, bir de bakmış ki eşkıyalar gelmiş de buğdayını çuvallara dolduruyorlar bile. Başında ise bir silahlı bekliyor. Doğrulsa vuracaklar. Gözlerini kapamış, alçak sesle:

         “Ih... Ih... Evlensem de bir oğlum olsa… Adını Hasan koysam deyince başında bekleyen eşkıya arkadaşlarına:

         “Ulan adam rüya görüyor.” demiş. Hüseyin Efendi ise birkaç defa aynı sözü yavaşça “Has... Has... Has...” diye tekrarladıktan sonra aniden "Hasan!” diye bağırınca Hasan silahı patlatmış. Eşkıyalar bir anda şaşkına dönmüşler. Hasan birbiri peşine iki üç el ateş edince eşkıyalar çuvalları bırakıp kaçmaya başlamışlar. Yamaçlara doğru kaçarlarken içlerinden biri söylenmiş:

         “Vay baban canına tükürem. Herif rüyasında hem evlendi hem de oğlu oldu. Uşah az daha da bizi vuracahtı.” (Özdemir, 2009).

 

1.36.  Gelin Olacam

Şeker İlköğretim Okulu'nda öğretmen olan Ahmet Dumlu birinci sınıf öğrencilerine sormuş:

“Çocuklar, büyüdüğünüz zaman ne olacaksınız?”

         Kimisi öğretmen olacağını, kimisi doktor olacağını söylemiş. Kimi subay, kimi de mühendis cevabını vermiş. Ahmet Hoca köşede mahçup mahçup bakan bir kız çocuğuna sorusunu yinelemiş:

“Sen ne olacaksın Güler?”

 Çocuk utanarak yere bakmış:

“ Öyyetmenim ben utanıyam.”

“O zaman gel kulağıma söyle...”

Çocuk sırasından kalkıp öğretmenin kulağına eğilmiş:

“Ben de gelin olacam.” (Özdemir, 2009).

 

1.37.  Bisiklet

Ahmet Dumlu’nun amcası Dursun Ağa anlatıyor:

         “Köyün yanındaki Halim'in tarlasını bostan ekmiştik. Dedemle beraber bostanı bekliyorduk. O zaman Sivas yolu da bizim tarlanın üzerinden geçiyordu. Bir de baktım ki Sivas tarafından bir şey çıktı, o zamana kadar böyle bir şey hiç görmemiştik. İki tekerlek üzerinde bir adam goşiy. Ne önden çekeni var, ne arhadan iteni... Dedeme dedim ki:

— Dede, bir şeyin üzerinde adam goşıy, önünden çeken yoh, arhasından iten yoh.

Dedemin gözleri az gördüğü için geleni göremiyordu. Ancak:

—Fesuphanallah, dedi. Yavrum o Deccal, Deccal.

         Der demez ben adamın peşine koşmaya başladım. Hem koşuyor, hem de mahalle içinde. ‘Deccal geliy’ diye bağırıyordum. Kapıdan çıkan, yolda rastlayan adama taş sopa atanın sayısı gittikçe artıyordu. Gayemiz Deccal'ı öldürmekti. Adam köyden çıkıncaya kadar kafasından, ayaklarından kan akmaya başladı. Kendini zor kurtardı.

          Bugün volosbit mi, şeytanarabası mı dediğimiz bisiklet yüzünden az galdık adamı öldürek.” (Özdemir, 2009).

 

1.38.  Bu Ne Gatter Düğün?

         Ankara’ya ilk kez giden Erzincanlı bir kadın Ulus Meydanı’ndaki taksilerin birbiri arkasına dizildiğini görünce hayretini gizleyememiş:

“Anam ocağız gapız kitlene, bu ne gatter düğün!” (Özdemir, 2009).

 

1.39.  Şaştım Bu İşe

         Çiftçinin bir tanesi tarlasında öküzleri ile çift sürüyormuş. Oradan geçmekte olan iki hırsız, adamın öküzlerine gözlerini dikmişler. Nasıl edelim, ne yapalım derken hırsızlardan birisi çareyi bulmuş. Anlaşmışlar. Biri gidip tarlaya yakın bir yere gizlenmiş. Öbürü de çiftçi adamın duyacağı kadar yaklaşmış. Orada ellerini dizine vurarak:

         “Şaştım bu işe, şaştım bu işe!” diye bağırmaya başlamış. Çiftçi kendi kendine “Hele gidip bahım, bu adam neye şaşıy.” diyerek öküzlerini durdurmuş. Adama doğru yürümeye başlamış.

Çiftçi, “Şaştım bu işe!” diye bağıran adamın yanına gelerek sormuş:

“Gardaş, neye şaştın?”

         Hırsız cevap vermeden "Şaştım bu işe!" deyip dönmeye devam etmiş. Arkadaşının işini bitirdiğini görünce hemen cevap vermiş.

         “Yahu çiftçi dayı, sen nasıl bir tek öküzle çift sürüyorsun? Ben buna çok şaştım!” deyince çiftçi dönüp arkasına bakmış ki ne görsün hakikaten bir tek öküz var. Çiftçi şaşırmış. Suskunluğunu uzun bir süre sonra bozmuş:

         “ Vallah gardaş, ben de şaştım bu işe...” (Özdemir, 2009).

 

1.40.  İki Dene Oyniyim

         İşgal yıllarından sonra Erzincan'da olan tahribatı incelemek için gelen heyet araştırmalarını sürdürmektedir. Hiç kimsenin yiyeceği neredeyse yok gibidir. Herkes kıtlığın kol gezdiği şehirde yaşam savaşı vermektedir. Heyetten bir adam acı gerçeği gördüğünden bir eve girip bilgi almak ister. Ev sahibi, ikram edeceği bir şeyi olmadığı için mahcuptur. Sofanın ortasına doğru yürür ve ellerini kaldırıp oynayarak şöyle der:

         “Efendi, ikram edecek bi şeyim yoh amma iki dene oyniyim da seni boş göndermiyek.” (Özdemir, 2009).

 

1.41.  Gelelim Bamyanın Faydalarına

         Köyün imamı her cuma 1924'lerde düzenlenmiş bir hutbe kitabı çıkarır, aynı kitaptan bazı yerleri okurmuş. Öyle bir zaman gelmiş ki kitapta ahalinin bilmediği sayfa kalmamış. Bir gün gençler arasında şöyle bir konuşma geçmiş:

          “Yahu bu bizim hoca her gün aynı şeyleri söylüyor. Aynı şeyleri okuyup duruyor.”

Bunun üzerine bir diğeri şöyle bir öneride bulunmuş:

“Gelin bir oyun edelim.”

“ İyi de nasıl bir oyun?”

“Çok basit.” diyerek planını anlatmış.

         Hepsi gülüşerek planı uygulamaya koymuşlar. O günkü cuma namazından önce minberin üzerinde duran hutbe kitabını alıp yerine başka bir kitap bırakmışlar. Cuma vakti gelince hoca hutbeye çıkıp kitabı açmış. Kendinden emin olarak başlamış okumaya:

“ Gelelim bamyanın faydalarına...” (Özdemir, 2009).

 

1.42.  Bu Oda Boş Oda

         Köy âlemlerinde eski zamanlarda her akşam bir eve topluca misafir olunurdu. Bu mecliste toplananlar evde ne varsa yer içerler, ondan sonra kalkıp giderlerdi.

         Bir gün de Yalnızbağ'da yedi - sekiz kişi gelip bir eve misafir olmuş. Bir taraftan ahbaplıklar sürüyor, diğer taraftan da çaylar demleniyormuş. Ekmek teknesi ve kavurma tenekesi de ortaya getirildikten sonra yemekler de yenmeye başlanmış. Biri gaz ocağını pompalıyor, bir diğeri çay dağıtıyor, kimisi yeniden çay demliyormuş. Bir taraftan da kavurma, peynir ve tandır ekmeği yenmeye devam ediyormuş. Saatler sonra ekmek bitmiş. Kavurmanın yarısı gitmiş ve peynir bittiği için derisi atılmış. Gecenin geç vaktinde de konuklar kalkıp evlerine gitmiş. Ev sahibi odanın kapısını kapadığında kapının arkasına şu dörtlüğün yazıldığını görmüş:

"Bu oda ne hoş oda,

İçerisi boş oda.

Böyle olduktan sonra

Ben de yapdururam beş oda.” (Özdemir, 2009).

 

1.43.  Fasulyeden Kaçan

         Fasulye ekmek yemekten usanan bir Erzincanlı İstanbul'a gitmiş. Gezip dolaşınca acıkmış derken bir lokantaya girmiş. Garson yemekleri, salataları sayarken "lobya" deyince adam atlamış:

         “ Lobya getür bahah nası bi şey?”

         Garson kısa bir süre sonra siparişi getirip masanın üzerine bırakmış. Adam eğilip tabağa baktığında hayret ve siniri bir arada yaşamış. Söylenmeye başlamış:

        “Ulan köydeyken löylezdin. Şehere geldin fasulye oldun. Şimdi de adını değiştirip lobya mi ettin? Allah'ın gözü doymazı... Tarlada içersen on beş su... Garnımda içersen yirmi su. Doymadı mı o küççük garnın, doymadı mı?” (Özdemir, 2009).

 

1.44.  Sarı Gelin

         Erzincan henüz sancakken sancak beyi olan paşa, Mitini’ye (Gümüştarla) gider. Köyde, paşa paşalar gibi de ağırlanır hani. Yemekler yenilir, çaylar içilir. Bu arada paşa tandır ekmeğini çok beğenmiştir. Ev sahibine ekmeğin buğdayından kendine de vermesini tembihler. Ev sahibi de el pençe “Peki" der.

          Ziyafetten sonra ev sahibi, paşanın emir buyurduğu üzere buğdaydan da vererek paşayı uğurlar. Biraz zaman geçtikten sonra paşa adamı çağırtır:

         “Bana nasıl buğday gönderdin? Ekmeği hiç olmuyor.” diyerek çıkışır. Köylü ise, sakin bir şekilde cevaplar:

         Ben sana buğdayı gönderdim paşam, gelini değil (Özdemir, 2009).

 

1.45.  Daksana

         Dağ köylülerinden biri, bir adama misafir olmuş. Onun önüne de haşlanmış dâk* koymuşlar. Adam ilk kez tattığı bu yemeği çok beğenmiş. Ev sahibine sormuş:

“Kirve, bunun adı ne?”

“Daksana.”

         “Bu has şeyden dağa taşa eksene.”diyerek yemeye devam etmiş. Az sonra da karnı ağrımaya başlamış. Sızlanarak ev sahibine tekrar sormuş:

“Bunun adı neydi?”

“Daksana.”

“Uyyy ağam, bunun kökünü kessene.” (Özdemir, 2009).

 

1.46.  Tırmık

         Köylü, oğlunu yüksekokula gönderip okutmuş. Uzun bir süre dışarıda eğitim alan çocuğu, tatil için köyüne dönmüş. Aradan geçen zamanda köylüyü ve evdeki yemekleri beğenmemeye başlamış. Hatta bazen anasını babasını hafife alıyor, okumuş ya, kendini kurup dolaşıyormuş. Öyle bir günde avluda yatık şekilde duran tırmığı görünce babasına kibar bir edayla garip sorular sormuş:

“Bunun adı nedir? Niye böyle ortada duruyor?”

 Oğluna iyice içerleyen baba cevap vermiş:

“Ucuna bas o sana adını söyleyecek.”

Kibirlenen oğul, tırmığın ucuna basınca tırmığın sapını alnında bulmuş. Bulunca da acıyla bağırmış:

“Oy… Baba, tırmık anlıma çarptı!”

Babası katılarak gülerken şöyle demiş:

“Bak, adını nasıl da öğretti!” (Özdemir, 2009).

 

1.47.  İpin Hesabı

Çok zengin bir adam ölümden çok korktuğu için yakınlarına sürekli şöyle vasiyet edermiş:

“Öldüğümde yanımda kim bir gece yatarsa, bütün malımı o adama verin.”

         Gel zaman, git zaman adam ölmüş. Vasiyeti üzerine adamı mezara koyarken yanına da başka birini koymak için arayışa koyulmuşlar. Fakir, gariban bir hamal:

         “Ben dururum.” deyince onu da zengin mevta ile birlikte mezara koymuşlar. Nefes alabilmesi için de ufak bir de delik bırakmışlar. Gece olmuş. Sonunda iki sorgu meleği çıkagelmiş. Aralarında konuşuyorlarmış:

         “Bu ölü zaten bizim. Önce şu diriyi hesaba çekelim.” demişler. Sabaha kadar hamala: "Bu ipi kaç liraya aldın? Bununla ne kazandın? Kazandığın bu paraları nereye harcadın?" diyerek sormadıklarını bırakmamışlar.

          Sonunda adam kan ter içinde mezardan çıkıp kaçmaya başlamış. O sıra mezarlık civarında bekleyen zengin adamın yakınları bağırmış:

          “Nereye kaçıyorsun? Gel… Bak bu adamın malını sana vereceğiz.” deyince hamal arkasını dönüp kaşlarını çatarak söylenmiş:

          “Ben geceden sabaha bir ipin hesabını veremedim. O malın hesabını vermeye bir ömür yetmez!” (Özdemir, 2009).

 

1.48.  Püf Noktası

         Erzincan'da eskiden purut adı verilen testilerin yapıldığı yıllarda bir delikanlı, purut ustasının yanına girmiş. Epeyi çalıştıktan sonra iyi bir usta, iyi bir purutçu olduğunu sanarak çalıştığı yerden ayrılmış. Kendine başka bir purut dükkânı açmış. Açmış açmasına ama yaptığı testiler sürekli çatlıyor veya kırılıyormuş. Bunun sebebini ise bir türlü anlayamıyormuş.

Bir gün ustası sözde usta olan çırağının dükkânına gelmiş. Genç ustasına durumu anlatmış. Ustası gülerek:

“Eğilip bir püf dersen, her şey biter.”

İşte o zamandan beri: "Her işin bir püf noktası vardır." sözü söylenegelmiştir (Özdemir, 2009).

 

1.49.  Bey Olmak

         Bahçesinden kestiği odunları eşeğine yükleyerek oğluyla şehre satmaya göndermişti. Oğlu akşam eşeğe binip tekrar geri dönmüştü.

“Oğlum odunları satıp paranı aldın mı?”

“Sattım da para almadım.”

“Niye almadın?”          

“Odunları alan adam ‘Sen Ehmet Beg'in oğlu musun?’ deyince ben de alamadım.”

“Oğlum madem bana ‘beg’ dedi. Eşeği niye vermedin?  Odunu eşeksiz göndermek hiç beg oğluna yakışır mı?” (Özdemir, 2009).

 

1.50.  Eşek ile Arasındaki Fark

Adamın biri, saf gördüğü Erzincanlının yanına oturur ve eğlenmek için sorar:

         “Söyle bakalım, eşekle senin aranda ne fark var? Erzincanlı yanında oturan ile arasındaki mesafeyi karışlayarak cevap verir:

“Bir karış!” (Özdemir, 2009).

 

1.51.  Benim Farkım Ne?

         Sansa'da odun kesmiş, odunları eşeğine yüklemiş ve yol kenarına inmişti. Erzurum tarafından bir kamyon geliyordu. El kaldırınca kamyon durdu. Kendi şoför mahalline bindi, eşeğini de arkaya bindirdi. Yolculuk bitince arabadan inmeye koyuldu. İnerken sordu:

“Borcumuz ne kadar?”

“10 lira sen, 5 lira da eşek...”

“Benim eşekten farkım ne ki benden 10 lira alıyorsun?” (Özdemir, 2009).

 

1.52.  Salla Bahım Degiy mi?

         Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, saf yollu ve temiz bir insan olan Erzincanlı terziye alay olsun diye takılmışlar:

“Ahmet Efendi! Erzincan’da da it, kuyruğunu sallasa terziye değiyor diyorlar Bu ne iştir?”

Ahmet Efendi bu söze çok alınır ve cevap verir:

“Hele salla bahım degiy mi?” (Özdemir, 2009).

 

1.53.  Soğanın Cücüğü

         Askere giden iki Erzincanlı genç,  her gün türlü türlü yemekler yiyorlardı ama bir türlü alışkın olduğu yiyecekleri asker sofrasında göremiyorlardı. İki hemşeri yan yana gelince hep memleketi konuşuyorlardı. Biri diğerine sordu:

“Aşindi Erzincan'da olsan ne yersin?”

“ Tandur ekmegiynen soğanın cücüğünü...”

“ Ya sen?”

“Bana yiyecek bir şey bıraktın mı ki?” (Özdemir, 2009).

 

1.54.  Allah Verdi

         Küpesük’te (Saztepe) güzel at binen, iyi at yetiştiren Hamdi Bey adında bir zat varmış. Bir gün köyü eşkıyalar basınca köydeki iyi atları araştırmış ve Hamdi Bey’i bulmuşlar. Zavallı adamın atını ve gümüş kaplamalı eyerini almak istemişler. O da vermeyince adamı sakavul* ile dövmüşler. Atı da, gümüş kaplamalı eyeri de alıp götürmüşler. Hamdi Bey'e de zayıf bir at ile eski, yırtık bir eyer bırakmışlar. Hamdi Bey günlerce hem üzüntüden hem de örselenmekten bitap düşerek yatak döşek yatmış. İyileşince oğluna seslenmiş:

“Şu eski eyeri getir de tamir edip şehre gideyim.”

         Oğlu, eski eğeri babasına getirmiş. Hamdi Bey eyeri tamir için uğraşırken eyerin bir tarafını kesmek icap etmiş. Adam bıçağı atınca köz gibi altın yere yığılmaz mı? Hemen oğluna bağırmış:

         “ Gel hele oğlum, gel. Bir adama Allah mal vermek isterse sakavul ile vura vura da veriyor.” (Özdemir, 2009).

 

1.55.  Kim Verdi ki?

         Gözleri iyi görmeyen Çeto her vakit kullandığı traktörüne atladığı gibi şehre gelmişti. Şehrin girişinde polisler Çeto’yu durdurmuş, ehliyetini soruyorlardı:

“Çok istedim ama alamadım. Hangi deyyus bize ehliyet verir ki?”

“Niye alamadın?”

“Gözlerim iyi görmüyor diye vermediler.”

“Görmüyorsan bu traktörü nasıl kullanıyorsun?”

“Ne bileyim, karambole sürüyorum işte. Görsem sizin yanınıza gelir miydim hiç?” (Özdemir, 2009).

 

1.56.  Kandırdı Beni

         Kör Çeto traktörüyle yine yoldaydı. Üstelik hâlâ ehliyeti yoktu. Şehrin girişinde polislerin beklediğini de bildiği için yanındaki delikanlıya traktörü verdi ve polislerin yanında durdukları zaman traktörü bırakıp kaçmasını söyledi. Polisler traktörü durdular. Daha ehliyet bile istemeye kalmadan delikanlı traktörü bırakıp kaçmaya başladı:

Polis Çeto’ya sordu:

Hayırdır, delikanlı nereye koşuyor?”

         “Sorma komiserim sorma. Ehliyeti yokmuş meğer. Ehliyeti varmış gibi traktörü aldı taa buraya kadar getirdi. Şimdi de bıraktı kaçtı.”

Polis Çeto’yu azarladı:

         “Ehliyeti olmayan adama niye traktör veriyorsun? Hadi bin de kendi traktörünü kendin götür!” (Özdemir, 2009).

 

1.57.  Ehliyet

         Erzincanlı bu, kör ya... Gözünün biri görmüyordu. Bu yüzden de ehliyet alamıyordu. Trafik, traktörünün üstünde yakaladığı bu adama sordu:

“Ehliyetini gösterir misin?”

“Kim bana ehliyet verdi ki ben de sana vereyim!” (Özdemir, 2009).

 

1.58.  Kızdım Kızardım Geleyim mi?

         Üç beş kadının kız bakmaya çıktığı bir günde kadınların ev ev gezdiğini gören bir hanım, kızını yanına çağırarak  ona şu sözleri söyler:

         “Bak kızım, şu kadınlar kız görmesine geziyor. Sen karşı odadaki sobanın karşısına geç. Orada iyice ısın. Sıcaktan yanakların al al olunca ben seni çağırırım. Hemen gelirsin.”

         Kız sobalı odaya geçer ve görücüler biraz sonra gelir. Annesi görücüleri kapıda karşılar. İçeri davet eder. Görücülere:

         “Hoş geldiniz! Sefalar getirdiniz! Çarşaflarınızı alayım, birer kahve için. Biraz istirahat edin.” derken kız içeriden seslenir:

          “Anne, kızdım kızardım, geleyim mi?” (Uçar, 1998).

 

2. ÜZÜMLÜ (CİMİN) YÖRESİ FIKRALARI

 

2.1.  Kaç Saatte Gidilir?

         Otomobil, otobüs ve minübüsün henüz Erzincan’da olmadığı, atlı veya yaya ile yol gidildiği zamanlarda Erzincan’ın yabancısı bir adam Cimin’e gidecekti. Dükkânının önünde oturan bir esnafa yaklaştı ve sordu:

         “Buradan Cimin’e kaç saatte gidilir?”

“...”

Yabancı, esnafın cevap vermediğini görünce hızla yürümeye başladı. Bu sefer esnaf arkasından bağırdı:

“Bu gidişle en geç dört saatte oradasın.” (Özdemir, 2009).

 

2.3.  Arkada Gitsin

         Cimin’e otobüsün yeni geldiği yıllarda her sabah otobüs erkenden dolar Erzincan’a gider, akşam da Erzincan’dan Cimin’e gelirmiş. Bir sabah otobüs yine dolmuş, Erzincan’a gidiş hazırlıkları yapılmaktaymış. Son anda yetişen bir kadın, boş bulduğu şoför koltuğuna oturmuş. Muavin gelip durumu görünce:

         “Teyze, orası şoförün yeri sen arkaya geç.”

         “Ene niye? Babasından mı kaldı? Belediyenin otobosu… Bir gün de o arkada getsin!” (Özdemir, 2009).

 

2.4.  Ceviz Kalınlığında

İri yarı, kilolu bir Ciminli kahvede konuşuyordu:

         “Şeher yolundan geliydim. Önüme bir yılan çıktı. Ben deyim belim kadar, sen de ceviz ağacı kalınlığında…”

         Karşısındaki, Ciminliyi uyarmak maksadıyla “Öhö öhö” diyerek öksürdü.

“Ne yani yalan mı söyliyem?”

“ Öhö öhö!”

“ Ceviz ağacı dedikse, fidan cevizden sayılmıy mı?” (Özdemir, 2009).

 

2.5.  Bıçik

         Üzümlü Halk Eğitim Merkezince okuma-yazma kursları açılmıştı. Kursiyerler genellikle yaşlılardan oluşmaktaydı. Kursun ilk haftasında müfettiş geleceği haberini alan öğretmen, mahcup duruma düşmemek için kursiyerlerin karşısına geçti:

         “Arkadaşlar, yarın müfettiş geliyor. Müfettiş bizlere öğrendiklerimizle ilgili sorular soracak. Biliyorsunuz biz de kurslara yeni başladık. Bir şey öğrenmiş sayılmayız ama yine de bir alıştırma yapalım. Müfettiş önümüzdeki kitaplardan sizlere soru soracak. Üstteki resimlere bakar cevaplarını verirsiniz. Üstte at resmi varsa at, eşek resmi varsa eşek diye okursunuz. Tamam mı?”

         Kursiyerler hep bir ağızdan “Tamam öğretmenim” diyerek cevap verdiler.

         Ertesi gün sınıfa gelen müfettiş kısaca kendisini tanıttıktan sonra sınıfta dolaşmaya başladı. Her gittiği öğrencinin kitabından bir resim gösterip altındaki yazıyı okumasını söylüyordu:

“Burada ne yazıyor?”

“Mı…nik”

“Burada ne yazıyor?”

“Gu-dik”

“Burada ne yazıyor?”

“Pısik, öğretmenim.”

“Burada ne yazıyor?”

“ Tan-ko ga-rı.” (Özdemir, 2009).

 

2.6.  Eşekliğinden

Cimin otobüsü Ekşisu'dan geçiyordu. Otobüsteki bir Ciminli:

         “Şu bizim eşşeklerin içmediği suyu şeherliler bidon bidon götürüp içiyorlar. Allah akıl fikir vere.”

Otobüsteki Erzincanlı cevap verdi:

“O eşekler suyu niye içmiyor biliyor musun?”

“Yoo bilmiyorum.”

“O zaman öğren... Eşekliklerinden...” (Özdemir, 2009).

 

2.7.  Herkes Bizden Korkar

         Cimin’in dağlarında on iki yaşlarında bir çocuk gece gündüz demeden sürüsünün peşinde hayvan otlatıyordu. Karanlık bastıktan sonra çobanın yanından geçen birisi sordu:

“Delikanlı, yalnız başına burada korkmuyor musun?”

“Ağabey herkes bizden korkuyor, biz kimden korkalım?” (Özdemir, 2009).

 

2.8.  Ciminli Eyüp

         Ciminli Hacı Eyüp’ün sıkıntıları yine üst üste gelmişti. Her gün bir dertle uğraşıyordu. Bu yüzden de rahatı hiç de yerinde değildi. Tahammülünün sınırlarını zorluyordu. Yaratan’a sığınarak kollarını açıp dua etti:

         “Allah’ım bu kadar sıkıntıya artık tahammül edemiyorum. Beni bu sıkıntılardan kurtar. Sabrımı ver, ben Ciminli Eyüp’üm, Hazreti Eyüp değil!” (Özdemir, 2009).

 

2.9.  Ramazana Saymazsam

         Ciminlinin ineği hastalanmıştı. Ne yaptıysa hayvancağız bir türlü iyileşmedi. Artık tüm yolları tüketen Ciminlinin duadan başka yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Ellerini açtı ve Allah’a sığındı:

         “Allah’ım bu inek iyileşirse on beş gün oruç tutacağım.” dedi.

         Çok geçmeden mucizevî bir şekilde inek iyileşti ve ayaklandı. Adam da ineği iyileştiği için on beş günlük adak orucunu tutmaya başladı. Orucun bittiği günün akşamı inek tekrar hastalandı ve öldü. Bunun üzerine Ciminli sitemkâr bir şekilde avuçlarını açarak Allah’la konuşmaya başladı:

         “Ben de tuttuklarımı Ramazan’a saymazsam…” (Özdemir, 2009).

 

2.10.  Ya Cimin’i Görseydi?

         Ciminli hacca gitmişti. Mihmandar şahıs, kupkuru bir yerde yalnızca iki hurma ağacının olduğu yerle ilgili olarak Peygamberimiz’in bu bölgeyi methetmesini anlattı. Ciminli dayanamadı:

         “Ya Resulullah, demek Cimin’i görseydin, neler neler derdin.” (Özdemir, 2009).

 

2.11.  Hatim Etsen Olmaz

         Ciminli Tercan'a gitmişti. Orada üzüm satıyordu. Bir çocuk yanına geldi.

         “ Amca bir gıla (tane) alayım mı?”

“ Besmele çek de al.”

         Çocuk üzümü alıp yedi sonra tekrar tekrar besmele çekip salkımların üzerindeki birer ikişer alıp doyana kadar yedi. Sonra da gidip arkadaşlarına haber verdi. Bir grup çocuk geldi:

“ Amca besmele çekip bir gıla alayım mı?”

 Karşısındaki kalabalığı gören Ciminli:

“Değil besmele, hatim etseniz olmaz!” (Özdemir, 2009).

 

2.12.  Öteberi

         Ciminli şehre gidiyordu. Arkadaşı sordu:

“Ula nere gidiysen?”

“ Şehere...”

“ Neye gidiysen?”

 “ Öteberi almaya.”

 “ Öteberi ne?”

“ Adam hırt hışır işte...”

 “ Hırt hışır ne?”

“ Yahu işte şu bu!”

“ Şu bu ne?”

“ Ufak tefek!”

“ Ufak tefek ne?”

“Ula her şeyden birez alacağam.”

“Eyi de hepsini birden getüremezsen ki.” (Özdemir, 2009).

 

2.13.  Fiil Çekimi

Türkçe dersinde öğretmen fiil çekimi konusunu işliyordu. Bayırbağlı öğrencisini kaldırdı:

“Gelmek fiilinin şimdiki zaman çekimini yap bakalım.”

Küçük öğrenci başını kaşıdı ve cevap verdi:

“Geliyem, gelisen, geliy, geliyük, geliysiz, geliyler.” (Özdemir, 2009).

 

“ Adın ne?”

“ Kara Hasan.”

“Nereye gidiyorsun?”

“ Karakaya’ya.”

“Kimlerdensin?”

“Kara Yakupgillerden.”

“ Nereden geliyorsun?”

“ Karatepe’den.”

“ Yükün ne?”

 “Karasakız.”

“ Ulan amma da kararttın ha!” (Özdemir, 2009).

 

2.14.  İti Zorla Ava Götürmek

          Sabahın erken saatlerinde Radık’da (Çadırtepe) bir avcı, tazısını çıkarmış çeke sürükleye ava götürüyordu. Belli ki tazının da hiç keyfi yoktu, direniyordu. Avcı, Ekşisu sazlıklarında bir ördek sürüsü gördü ve ateş etti. Bir ördek vurulmuş çırpınıyordu. Tazı, ördeğe doğru değil de ters istikamete koşmaya başlayınca avcı söylendi:

          “Gâvur ola mısan ki görmedin? Bir iti zorla ava götürürsen bele olur.” (Özdemir, 2009).

 

2.15.  Ciminli ile Yılan

         Ciminli (Eğinli) ile yılanı bir çuvala koymuşlar. Çuvalın ağzını da sıkıca bağlamışlar. Biraz sonra çuvalı yırtarcasına bir mücadele başlamış içerde. Sonunda yılan can havliyle bağırmış:

          “ Yetişin, Ciminli (Eğinli) beni boğıy!” (Özdemir, 2009).

 

2.16.  Doğum ve Ölüm Tarihi

         Öğretmen Ciminli öğrenciye sordu:

“ Oğlum söyle bakayım. Atatürk ne zaman doğdu, ne zaman öldü?”

“ Onu bilmeyecek ne var öğretmenim. Kiraz vakti doğdu, üzüm vakti öldü.” (Özdemir, 2009).

 

2.17.  İşine Gelmiyorsa

Fikri zil zurna sarhoştu. Köprünün üzerine çıktı ve sövmeye başladı:

“Köprünün bu tarafında kim varsa...” diye başladı.

Sövdüğü taraftan ona doğru gelen dayısı sitemkâr bir tavırla:

“Yahu bana da mı sövüyorsun?” dedi. Fikri umursamaz bir edayla başını salladı:

“İşine gelmiyorsa geç bu tarafa.” (Özdemir, 2009).

 

2.18.  Dinine Sahip Çık

         Kamyonu ile nakliyecilik yapan Topal Hüseyin, ramazan ayına tekabül eden yazın en sıcak günlerinden birinde bir tır parkına kamyonunu çekip patlayan lastiğini tamire başladı. Güneşin altında teri sırtından çıkmıştı. O sırada yabancı plakalı bir tır gelerek yan taraftaki boşluğa aracını çekti.

         Tırından inen şortlu adam elindeki bira şişesi ile kana kana susuzluğunu gideriyordu.

         Topal Hüseyin tamir etmekte olduğu lastiği bıraktı ve adamın kendini anlamayacağını bile bile ona şöyle dedi:

          “Halimize bakın da dininize sahip çıkın!” (Özdemir, 2009).

 

2.19.  Alışmak

         Ciminli Hacı Rezzak Efendi yokluğun, sefaletin kendini iyiden iyiye kendini gösterdiği günlerde yanına gelen bir delikanlıyla sohbet eder. Delikanlı:

  “Hacı amca, bu açlık daha ne kadar sürecek?” diye sorar.

  “Kırk gün!” diye cevap verir Hacı Rezzak Efendi.

  Delikanlı bu ihtiyarın nasıl böyle kendinden emin konuşabildiğine şaşırarak biraz da alaylı sorar:

  “Demek kırk gün! Sonra ne olacak Hacı amca?”

  “Ne olacak evladım, alışacağız!” (KK)

 

2.20.  Kim Olursa Olsun

Rezzak dayı, peş peşe koşan iki kişiden birinin önüne geçip durdurdu.

“Niye kaçıyorsun? Kim kovalıyor seni? Korkma evladım korkma! Dur bakayım!”

         “Antrenman amca, antrenman…” diye cevap verdi genç. Rezzak dayı geçkin yaşına rağmen hayatını tarlalarda, bağlarda, bahçelerde tempolu bir şekilde çalışarak devam ettirmiş bir ihtiyardı. Kendince tembel bulduğu gençlere:

          “Abdurrahman değil, kim olursa olsun. Korkmayın ben buradayım!” diyerek sözünü konduruverdi (Özdemir, 2009).

          *Erzincan'da eskiden şeker pancarı ekilmeden "dâk" denilen bir pancar ekilirdi. Başka yörelerde kocabaş da denilen kırmızı renkli ve tatlı bu pancar türü suda haşlanarak yenilirdi.

 

* Sakavul: Ahırda hayvanların altını süpürmek için yumuşak ağaç dallarından yapılmış süpürge.

 

3. KEMAH YÖRESİ FIKRALARI

3.1.  Katır Yumurtası

         Kemahlının biri köyünden ilk kez çıkmış ve Erzincan'a gelmiş. Bir tezgâhın üzerinde yine ilk kez gördüğü karpuzların ne olduğunu sormuş satıcıya:

 

“Hemşerim bu sattıhların ne ki?”

 Kemahlının saf olduğunu anlayan satıcı:

“ Katır yumurtası.” demiş.

 

         Fiyatını sormuş. Satıcının söylediği meblayı verecek kadar parası yokmuş. Satıcıya yalvarıp yakararak cebindeki tüm parayı katır yumurtası sandığı bir karpuzu almış. Kemah'a dönerken dinlenmek için bir yerde durmuş. Karpuzu yere bırakmış. Bırakır bırakmaz da aşağıdaki dereye doğru yuvarlanışını izlemiş. Karpuz, derenin dibindeki bir çalıya çarpıp kırılmış. O sırada da bir tavşan, gelen karpuzdan ürkerek kaçmaya başlamış. Kemahlı bu küçük hayvanın tavşan olduğunu fark edememiş. Yumurtadan katır yavrusu çıktı, kaçıyor diyerek tavşanın peşine koşmuş ama yakalayamamış. Nefes nefese bir halde tühlenmiş elini dizine vurmuş:

“Cüssesi küççük müççük de olsah erif bize gatır verdi amma biz sahip çıhamaduh!”

Adam mahzun mahzun köye varmış. Hanımına:

         “Gız garı, ben bögün bir gatır yumurtası aldım amma yolda yuvarlandı, gırıldı.” deyip olan biteni anlatmış. Kadın da tühlenmiş:

         “Oy heriiif, keşke getüreydin de gatırı böyüdürdük. Böyüyünce üstüne biner babamgile bile giderdim.”

Adam yerinden fırlamış:

        “Demek gatırı getürsem yükünden gatırın belini gıracahtın.” diyerek kadını iyice bir dövmüş. Kadın da yediği sopanın acısından söylenmiş:

        “Eyi ki gaçmış, senin elinde nolaydı ki?” (Özdemir, 2009).

 

3.2.  Kemah’a Kaymakam

         Kemah'a yeni atanan kaymakamın içinde bulunduğu tren gece saat birde istasyona yanaşmıştı. İlçede elektrikler kesik olduğu için hiçbir yer görünmüyordu. Bir hamal kaymakama doğru yanaşıp:

 

“Efendi bavulu taşıyayım mı?” diye sordu. Kaymakam cevap verdi:

“Taşı taşımasına da Kemah çok mu uzak?”

“Çok uzak sayılmaz. Nereye gideceksin?”

“Otele...”

 

         Hamal bavulu aldı ve gecenin zifiri karanlığında Tanasur Deresi istikametine saatler sürecek yolculuk için kaymakamla yürümeye başladı. Kalenin arkasından dönüp istasyonun karşısındaki otele getirip kaymakamı yerleştirdi. Yolu uzattığı için kaymakamdan yüklü bir bahşişi de koparmış oldu.

         Sabah erkenden tren düdüğü ile uyanan kaymakam pencereden bakınca istasyonun az aşağıda olduğunu gördü ve bir anlam veremedi. Göreve başlar başlamaz istasyonda hamallık yapan şahsın kim olduğunu sordu.

 

“Meczubun biridir.” dediler. Kaymakam mukabele etti:

“Kemah’ın meczubu bu ise, kim bilir akıllısı nasıldır?” (Özdemir, 2009).

 

3.3.  Treni Yormak

         Kemah'a tren yeni geldiği yıllarda Beklim Mahallesi’nden görünen treni, burun deliklerinden buhar çıkaran tosuna benzeten Kemahlı, istasyona yanaşan trenin saçları kızılımsı olan makinistine çıkıştı:

“Gızıl gâvur, o treni niye öyle yordun? Allah'tan korkmadın mı?” (Özdemir, 2009).

 

3.4.  Herkes Kısmetini Yer

         İki Üskübürtlü yaylada tezek toplarken bir kayayı kendi aralarında sınır olarak belirlediler. Sağ tarafı birine, sol tarafı birine... Sol taraftaki, belirlenen sınırı aşınca sağdaki uyardı:

“Gardaş ne diye ağzımın içindeki tezekleri topluyorsun?”

“ Korkma oğlum, iki tezekle ne olacak? Herkes nasibini yer!” (Özdemir, 2009).

 

3.5.  Bal Gibi Kevser

         Üskübürtlü gittiği Hudu’da cemaat tarafından zorlanarak imam yapılmış ve namaza başlanmış. Üskübürtlü:

         "Vettini vezzeytuni" diye başlamış ama bir türlü sonunu getirememiş. Aynı şeyi tekrar edip dururken cemaatten birisi sıkıldığını şöyle belirtmiş:

         “Bırak acı zeytini. Tatlı Kevser dururken ne diye acı zeytinle uğraşıp duruyorsun?” (Özdemir, 2009).

 

3.6.  Biri Kavun

         Kemahlı akşam evine giderken bir kavun bir de karpuzu koltuğuna vurmuş yol alıyordu. Onu tanıyan bir komşusu bağırdı:

“Deli Kemahlı, bir koltukta iki karpuz taşınmaz.”

 Kemahlı cevap verdi:

“ İyi bak kor Erzincanlı. Bunun biri kavun...” (Özdemir, 2009).

 

3.7.  Kemahlı ve Kelkitli

         İki Kemahlı ve iki Kelkitli Erzincan'dan Kemah'a gideceklerdi. İstasyondaki gişeden Kemahlıların iki bilet almasına karşın Kelkitliler bir bilet aldı. Kemahlılar bir biletle iki kişinin Kemah'a nasıl gideceğini merak ediyorlardı. Kelkitlileri izlemeye başladılar.

          Kondüktörün bilet kontrolü sırasında iki Kelkitli vagonun tuvaletine girdi. Kondüktör tuvaletin kapısını çalıp:

          “Bilet kontrolü...”deyince kapı hafifçe aralandı ve içeriden bir el tek bileti dışarıya uzattı. Kondüktör bileti alıp geçti. Artık Kemahlılar iki kişinin bir biletle nasıl trene bindiğini anlamışlardı. Akşam Erzincan'a dönmek için tekrar istasyona gittiler. Bu sefer de Kemahlı iki arkadaş bir bilet aldı. Kelkitli iki kişi trene biletsiz bindiler.

          Kondüktörün kontrole başladığını gören iki Kemahlı tuvalete girip beklemeye başladılar. O sırada Kelkitlilerden birisi tuvaletin kapısına gidip kapıyı vurdu. Kapı hafif aralandı ve bilet dışarıya uzatıldı. Kelkitliler bileti alır almaz doğru karşıdaki vagonun tuvaletine geçtiler. Kemahlıların kontrol bitti diye dışarı çıktıkları sırada her ikisinin de biletsiz olduğu anlaşılınca bilet parasını cezalı olarak ödemek zorunda kaldılar. Kelkitliler ise tek biletle tekrar Erzincan'a döndüler (Özdemir, 2009).

 

3.8.  Hoşaf Yağlanmasın

         Kemahlının evine misafir gelmiş. Misafir için sofra kurulmuş. Ev sahibi Kemahlı sofraya önce hoşafı koymuş. Misafir sormuş:

“Sofraya niçin önce hoşafı koydun?

 Kemahlı cevap vermiş:

“Hoşaf yağlanmasın diye...” (Özdemir, 2009).

 

3.9.  Al Sana İki Deli

         İki Kemahlı İstanbul'da, Kemahlılar kıraathanesini ararken fötr şapkalı birisine rastlarlar. Biri adamın arkasından bağırır:

“Tencire gafalı dayı, tencire gafalı dayı...”

Adam kendine seslenildiğini anlamaz bile. Koşup arkasından adamı yakalar ve sorarlar:

“Tencire gafalı dayı, Kemahlıların gahve nerede?”

 Adam şaşkın şaşkın baktıktan sonra:

“Al İstanbul... Al sana iki deli daha...” (Özdemir, 2009).

 

 

3.10.  Su Doldurmuşlar

         Yaylacı olan Kemahlının biri, İstanbul'a gezmeye gitmiş. Gezmiş tozmuş, memleketine dönmüş. Komşuları:

         “İstanbul’u beğendin mi?” diye sormuşlar. Adam burnunu dikerek cevap vermiş:

         “Nesini beğenecem? Bi davar otlağı olacah gadar yer var. Gerisine de su doldurmuşlar. Galan da dağ bayır. Nedim ki ele çayırı?” (Özdemir, 2009).

 

3.11.  Bizi Unutma

         Ceviz satan adama bir müşteri yaklaşıp cevizin kabuğunun kolay kırılıp kırılmadığını sordu:

         “Sen al bu cevizi, bizi de unutma. Memnun kalacaksın.” dedi. Adam da bir god (teneke) ceviz aldı ve evine götürdü. Ancak cevizlerin kabuğu bir türlü çıkmak bilmiyordu. Müşteri ertesi günü pazarda ceviz satan adamla karşılaşınca:

         “Hani senin cevizlerin kabuğu kolay kırılıyordu, içi kolay çıkıyordu?” diyerek çıkıştı.

         “Ben sana bizi unutma demedim mi? Biz* olursa çok kolay kırılıyor.”  (Özdemir, 2009).

 

3.12.  Treni Gezmek

         Trenin Kemah’a ilk geldiği yıl olan 1938’de orada bulunan hanım grubunun içinden birkaç tanesi aralarında anlaşmışlar:

         “Gız bacı… Hele şu tireni bir gezek bahah nasıl bi şey.”

         Birlikte trene binmişler. O sırada tren de hareket etmiş. Kadınlar o an için trenin gittiğinin farkında olamamışlar. Sonradan anlamışlar ama trenin durması artık imkânsızmış. Diğer istasyona kadar gitmişler. İndikleri istasyondan yaya olarak evlerine doğru yürümeye başlamışlar. Bu arada zaman da hayli ilerlemiş. Akşam eşleri gelmiş ki ne görsünler, hanımlar evde yok. En sonunda bir tanesi dayanamamış patlatmış bir türkü:

“Çocuh beşikte ağlıy,

Tencere ocahta gaynıy,

Bizim garı nerde oyniy?

Niye halimi sormiy da gelip uşağa bahmıy?” (Özdemir, 2009).

 

3.13.  Akıl Ölçüsü

Kemahlı ile Kemaliyeli tartışıyorlarmış. Kemaliyeli:

“ Ulan ne çirkin adamsın.” demiş. Kemahlı da:

         “Benim çirkin oluşuma bakma, senin başındaki saç sayısı kadar akıl var bende.” deyince Kemaliyeli hemen şapkasını çıkarmış. Kemaliyelinin kel olduğunu gören Kemahlı mahcup olmuş. Kemaliyeli ise gülerek cevap vermiş:

“ Demek sende hiç akıl yokmuş...” (Özdemir, 2009).

 

         *Biz: Deriyi delmede kullanılan ince uçlu bir iğne çeşidi.

 

4. KEMALİYE (EĞİN) YÖRESİ FIKRALARI

4.1.  Eğinli ile Şeytan

Eğinli ile şeytan, ziraat yapmak için ortak olmuşlar. Şeytan:

“ Bu yıl öyle bir ziraat yapalım ki toprağın altı benim, üstü senin olsun.” demiş.

         Uyanık Eğinli, buğday ekmiş. Toprağın üstündeki buğdayı almış. Şeytana da toprağın altındaki çöpler kalmış. Şeytan buna kızmış ve Eğinliye:

         “Beni aldattın. Yeni ziraatte toprağın altı senin, üstü benim olsun.” demiş. Mutabık kalmışlar, Eğinli bu kez toprağa patates ekmiş, dönem sonunda patatesi Eğinli almış, üstünün otu yine şeytana kalmış. Şeytan yine çok kızınca Eğinliyle kavgaya tutuşmuşlar.

          Sonunda Eğinli, şeytana uzun bir sırık vermiş, kendisine de kısa bir sopa almış. Şeytan, dar sokakta uzun sırığı çevirip Eğinliyi dövmeye çalışırken Eğinli kısa sopayı kaldırdığı gibi şeytanın başına yerleştirmiş. Şeytan:

           “ Yine beni aldattın. Ver şu sopayı bana!” diyerek kısa sopayı almış.

          Uzun sopa Eğinliye kalmış. Eğinli yürüye yürüye geniş bir meydana çıkmış. Şeytan da arkasından... Yine çal dövüş... Sonunda şeytan yine dayağı yemiş ve ağlamaya başlamış:

           “Ey Allah'ım! Madem Eğinliyi yarattın, bana ne gerek vardı? Yok, beni yarattıysan Eğinliye ne gerek vardı?” (Özdemir, 2009).

 

4.2.  Fitreyi Samandan Hesaplamak

          Kömürcü Hoca olarak bilinen, hazır cevaplılığı ve nüktedanlığı ile ünlü Eğinli İbrahim Hakkı Efendi saray paşalarının da hazır bulunduğu bir iftar sofrasında misafirdir. Paşalardan biri:

         “Hoca, al bunu. Benim fitremdir.” diye bir kâğıt uzatır. Hoca kâğıdı alır almaz, cebine atar. Yemekten sonra fitreyi veren paşa, ellerini yıkamak üzere salondan çıktığı bir sırada diğer paşalar:

         “Aç bakalım paşa ne kadar fitre verdi?” diye ısrar edince, dayanamayan hoca, kâğıdı açar. İçerisinde çok cüzi bir para olan meteliği görülür. Hoca hiç belli etmez ve hazır bulunanlara:

         “Efendim neden hayret ediyorsunuz? Fitreler yiyecek maddeleri üzerinden hesap edilir. Fitresini bana münasip gören paşa da, herhalde samandan hesap etmiş.” Der (Özdemir, 2009).

 

4.3.  Yakışıyor

         Eğinli İbrahim Hakkı Efendi, bir cuma hutbesinde kadınların kıyafetlerinin düzgün olması gerektiğini, açık saçık elbiseler giymemelerini ve ziynet eşyalarını yabancılara göstermemeleri gerektiği ile ilgili bir vaaz veriyordu. Namaz çıkışında cemaatten birisi hocaya yaklaşarak:

          “Hoca, iyi hoş diyorsun da, sizin çocuklar neden dediğin gibi giyimlerine, ziynetlerine dikkat etmiyorlar?” der. Hoca durur mu:

          “Yakışıyor bizim gebereceklere!” (Özdemir, 2009).

 

4.4.  Eğin’den Ne Çıkar?

Askeri garnizonda komutan, askerleri toplamış, sorular soruyordu:

“Oğlum, sen nerelisin?”

 “Bursalıyım komutanım.”

“Bursa’dan ne çıkar?”

“Şeftali çıkar komutanım.”

“Oğlum sen nerelisin?”

“Zonguldaklıyım komutanım.”

“Zonguldak’tan ne çıkar?”

“Kömür çıkar komutanım.”

“Oğlum sen nerelisin?”

“Antalyalıyım komutanım.”

“Antalya’dan ne çıkar?”

“Portakal çıkar komutanım.”

 Ve sıra Eğinli askere gelir:

“Peki ya oğlum, sen nerelisin?”

“Eğinliyim komutanım.”

“ Eğin'den ne çıkar oğlum?”

“Adam çıkar komutanım.”

Komutan bu cevaba kızar:

“Ne demek adam çıkar? Eğinli askerin cevabı şöyle olur:

         “Şeftali için toprağı, kömür için madeni olmayan yerde ne yetişir komutanım? Okuyup memlekete yararlı adam yetişir!”

Bu cevap komutanın hoşuna gider ve talimatını verir:

“Bu Eğinliyi karargâha yazıcı yapın!” (Özdemir, 2009).

 

4.5.  Kasap ile Kömürcü

Eğinli kasap, ölürken oğluna:

         “ Evlat, ben ölüyorum. Sana da bir emri hak olursa gelir beni cennette ararsın.” diye vasiyette bulunmuş. Bir süre sonra kasabın oğlu da ölmüş. Vefalı evlat, babasını cennette aramaya gitmiş. Cennetin, kapısında bulunan Arnavut nöbetçiler oğlana soru sormaya başlamışlar.

“ Bre baban nereliydi?”

 “ Eğinli.”

“ Hm… Ne iş yapardı?”

“ Kasaplık.”

Arnavut kapıcılardan biri çok kızmış:

         “Bre delikanlı, mori baban Eğinli ola, kasap ola, cennette ola?! Var git onu cehennemde ara.” deyip geri çevirmiş delikanlıyı.

         Eğinli delikanlı, cehenneme gitmiş ve bakmış ki babası katrana batmış, kazanda kaynıyor. Babasına telaşla seslenmiş:

“ Baba bu ne hal?”

“Sorma oğlum sorma, ayağımın altında Eğinli kömürcü var. Durmadan beni çekiyor.” (Özdemir, 2009).

 

4.6.  Cehennemde Bulamazsın

         İstanbul'da ticaretle uğraşan Eğinlinin dükkânına bir müşteri girer. Alışverişten sonra, müşteri dükkân sahibine nereli olduğunu sorar. Dükkân sahibinin Eğinli olduğunu öğrenince de:

“Yahu, nereye gitsem bir Eğinli ile karşılaşıyorum.”der. Eğinli dükkân sahibi hemen atlar:

“ Eğinlileri ancak cehennemde bulamazsın.” (Özdemir, 2009).

 

4.7.  İki Çataldı

         Eğinli, bahçesinden dutu alıp kaçan kargayı, köyün sonuna kadar kovalamış. Yolda rastlayan arkadaşı vaziyeti görünce dayanamayıp sormuş:

“ Neden kargayı kovalıyorsun? Sen yerdeee, o gökte.”

 Eğinli nefes nefese cevaplamış:

“Dutumu aldı, kaçıyor.”

“Yahu bir dut tanesi için buralara kadar karga kovalanır mı?”

 Eğinli yutkunmuş:

“ İyi de dut iki çataldı!” (Özdemir, 2009).

 

4.8.  Arapgir’in Damadı

Milletvekili adayı, kürsüye çıkıp kendini seçmenlere tanıtmaya başlamış:

         “Liseyi birincilikle bitirdim. Üniversiteyi İngiltere'de okudum. Fransa'da yüksek lisans, Amerika'da doktora... Sonra genel müdürlük, valilik, müsteşarlık...”

          Kahvenin önünde iskemleye oturup sigarasını tüttüren bir ihtiyar milletvekili adayına seslenmiş:

“Bey, Bey... Sen Eğin'de kaymakamlık yaptın mı?”

“Yapmadım dede.”

“Arapgir’e damat oldun mu?”

“Olmadım dede.”

“Var git öyleyse... Ne diye övünüp duruyorsun? Sanki Arapgir'in damadı, Eğin'in kaymakamıymış gibi.” (Özdemir, 2009).

 

4.9.  Karapınar

         Bir zamanlar Eğin'in Karapınar köyünde yatsı namazını bilen yokmuş. Köylü sabah, öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılar günün vazifesini sonlandırırmış. İşten güçten ve elektriğin olmamasından artık akşam namazı da köylüye zor gelmeye başlamış. Bir gün köy ahalisi toplanıp karar almış ve bu kararın neticesinde iki kişi belirlemişler. Bu iki kişi Eğin kadısına gidip:

         “Akşam namazı zor geliyor.” diyerek dertlerini anlatmış ve akşam namazının kaldırılmasını istemiş.

        Eğin kadısı şaşırmış, bakmış ki bunlar yatsı namazını bilmiyor. Üstelik bir de akşam namazını kaldırmaya çalışıyorlar. Kadı huzuruna gelenleri azarlayıp:

        “Bundan sonra köyünüzde yatsı namazlarını da kılacaksınız!” diyerek gelenleri köylerine yollamış. Köy halkı damlara çıkıp bu iki kişiden gelecek haberi bekler olmuş. Ertesi gün iki arkadaş yolda görünmüş. Köy ahalisi damlardan seslenmiş:

“Kaldırdınız mı kaldırdınız mı?”

“Sormayın ahali! Kadı bu kelama çok sinirlendi. Başımıza bir de yatsı çıktı.” (Özdemir, 2009).

 

5. TERCAN YÖRESİNE AİT FIKRALAR

5.1.  İnşallah Benim

Adam karısına:

“Yarın yağmur yağarsa seninle gevene, yağmazsa tezeğe gideceğiz.” deyince karısı:

“Herif inşallah desene!” diye cevap verdi.

“ İnşallahı maşallahı yok. Yağmur yağarsa gevene, yağmazsa tezeğe...”

         Kadın kocasının bu tavrına çok kızdı, bir şey söylemeden yatıp uyudular. Gece kapı çalınmaya başladı. Adam kapıya çıktı. Gelen jandarmaydı ve Tercan'ın yolunu soruyordu. Adam o kadar güzel tarif etti ki kapıdaki jandarma:

         “Belli ki sen bu yolu çok iyi biliyorsun. Düş önümüze de bizi götür.” diyerek adamı alıkoydu. Adam jandarmayla beraber yola çıktı. Üç gün üç gece yol gidip döndü. Üçüncü gece evinin kapısını çaldı. Hanımı içeriden bağırıyordu:

“Kim o?”

“Aç hanım, inşallah benim!” (Özdemir, 2009).

 

5.2.  Belini İncitmek

Tercanlı yolda giderken bir nal bulmuştu. Karısına dönerek:

“Hanım, geriye üç nal ile bir at kaldı.” diyerek hayal kurdu. Karısı da hayal dünyasına dalıvermişti.

“ İnşallah at dişi olur. Bir de yavrusu olur. Ben de ona biner, babamgile giderim.”

Adam yerinden fırladı:

“İnsafsız kadın! Yeni doğmuş taya binilir mi? Belini kıracaksın!” (Özdemir, 2009).

 

5.3.  Tren Yolculuğu

         Hanım Osman Tercan’a gelmek için Sivas’tan trene biner. Büyük bir telâş içinde olduğundan bilet almayı unutur. Kondüktör bilet kontrolü için kompartıman camlarına vurarak tüm yolcuları uyarmaya başlar. Osman Efendi kondüktörün bu uyarısını duyunca kalkıp namaza durur. Kondüktör onun namaz kıldığını görünce sonra gelirim, diyerek oradan ayrılır ama kontrole ne zaman gelse Hanım Osman’ı namaz kılarken görür. Memur Erzincan’da görevi başka arkadaşına teslim edince Osman Efendi’yi not ettirir. Yeni görevi teslim alan kondüktör de bilet kontrolünde onu namaz kılarken bulur. Bu namaz ve kontrol Mercan istasyonuna kadar devam eder. Osman Efendi Mercan istasyonuna yaklaşınca selâm verip namazını bitirir. O sırada memurun kapıda beklediğini görür:

        “Memur Bey, Sivas’tan buraya kadar sülalemin kaza namazını kıldım, yine de kurtulamadım.” der. Çantasından bir çörek çıkararak kondüktöre verir:

        “Az sadaka çok belâyı def eder.” deyip eşyalarını alır Mercan istasyonunda trenden iner (Kara, 2002).

 

5.4.  Hanım Osman'ın Limonları

         Hanım Osman Mercan'a gitmek için arkadaşlarıyla birlikte Erzurum garında tren bekler. Tren gelir, on iki kişi bir kompartımana sıkışarak oturur. Kondüktör bilet kontrolü için Osman Efendi ve arkadaşlarının kompartımanına gelir. Biletleri kontrol ettikten sonra gözü Osman Efendi’nin limon sandığına ilişir. Osman Efendi limon sandığının kendisinin olduğunu söyler. Kondüktör:

          "Amca, limon sebzeden sayılır, onu ambara verip gideceğin yerde alacaksın, ayrıca ücret de ödeyeceksin." der.

          Osman Efendi gayet sakin bir vaziyette limon sandığını raftan indirip sandığın kapağını kırar. İçindeki limonları yanındaki on iki arkadaşına üçer beşer paylaştırır. Boş sandığı memura uzatarak:

"Bu da sana!" der.

Memur çaresiz kalıp başını sallayarak:

 "Amca sen ne adammışsın? Bu ne zekâ!" der ve oradan ayrılır (Kara, 2002).

 

6. KELKİT YÖRESİ FIKRALARI

6.1.  Cennete Alo

         Cep telefonunu yeni alan Kelkitli, ilk hevesle sağı solu arıyordu. Arkadaşı Hasan'ın cebini aradı:

“ Hasan neydiysin, nerdesin?”

“ Terzi Baba'da…”

“Allah Allaah... Oraya ne zaman gettin?”

“ İki saat kadar oldu.”

“ İyi de belediye hiç anons vermedi, duymadık. Ee… Anlatsana oralar nasıl?”

Arkadaşı tebessüm etti. Konuşmayı sürdürdü:

“ Valla çok güzel her tarafta güller çiçekler açmış, yemyeşil, sular akıyor...”

“Yalan söyleme... O kadar içki içen adamı cennete koyarlar mı?”

“ Beni içmeye sen götürüyordun ya, onları hep sana yazmışlar...” (Özdemir, 2009).

 

6.2.  Erzincan’da Bundan Çok Var

         İstanbul’dan hareket eden Erzincan uçağı aniden tribülansa girerek gökyüzünde dalıp çıkmaya başlar. Bir süre sonra pilottan bir açıklama gelir:

         “Bu kadar yükü taşıyamıyoruz. Birkaç kişiyi paraşütle buradan çıkarmazsak uçak düşecek. Gönüllü olarak atlamak isteyen var mı?”

Kimseden cevap çıkmayınca pilottan bir çözüm önerisi gelir:

“Hemen kura çekelim.”

Erzincanlı riski göze alamaz ve uçaktaki Kelkitlileri göstererek:

“Bundan başlayalım. Memlekette bunlardan çok var.” (Özdemir, 2009).

 

6.3.  Kahraman Kelkitli

Komutan askerleri içtima yapmış, soruyordu:

“Oğlum nerelisin?”

“Maraşlıyım.”

“Tekrar soruyorum nerelisin asker?!”

“Maraşlıyım komutanım!”

“Maraşlıyım” ifadesine kızan komutan, askere sevimli bir tokat atarken söylendi:

“Oğlum Kahramanmaraşlıyım, desene.”

          Asker hatasını anlamıştı ve “Kahramanmaraşlıyım komutanım!” diye cevap vermişti. Sıra yanındakine gelmişti komutan bu kez de aynı soruyu ona sormuştu:

          “Söyle bakalım, sen nerelisin? Asker az önceki konuşmayı pür dikkat dinlemiş ve dersini almıştı. Azarlanmamalıydı. Gür bir sesle cevap verdi:

“Kahraman Kelkitliyim komutanım!” (Özdemir, 2009).

 

6.4.  Ne Kadar Çok Ekin

         Adamın biri Kelkit'in bir köyünden kalkmış tırpanını omzuna alarak Erzincan'a ekin biçmeye geliyormuş. Yalnızbağ'ın üzerindeki Selamet Gediği denilen yere varmış. Oradan ovaya bir bakmış, her taraf ekin. Kendi kendine mırıldanmış:

“Bu gadden ekin biçilir mi?”

         Gözü korktuğu için dönüp köyüne gitmiş. Bir hafta on gün sonra tekrar düşmüş yola. Selamet Gediği'ne gelip de ovaya bakınca bütün ekinlerin biçilmiş olduğunu görmüş, tühlenmiş:

“Eken, biçer. Kelkitli gaygısını çeker.” (Özdemir, 2009).

 


REFERENCES/KAYNAKLAR

Kara, R. (2002). Tercanlı fıkra tipi Hanım Osman. Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi, 4(2), 59-68.

Özdemir, H. İ. (2009). Erzincan fıkraları (2. Baskı). Erzincan: Doğu Yayınları.

Uçar, M. (1998). Erzincan örf ve adetlerimizden bir demet. Erzincan: Ermat Ofset.

Kaynak Kişiler

KK: Halil İbrahim Özdemir, 63, Üniversite mezunu, Gazeteci-Yazar, Erzincan.

 

 

TOP