Doç. Dr. Oğuzhan YILMAZ
Giriş
Dilde bazen bir kavramı ya da eylemi tek bir kelime ile ifade etmek mümkün olmayabilir. Bu nedenle çeşitli kelimeler farklı amaçlarla bir araya gelerek yeni yapılar oluştururlar ki bu yapılara kelime grubu denir. Ergin’e göre (2002, 343) tek kelimenin karşıladığı nesnelerden ve hareketlerden daha büyük, daha geniş nesneler ve hareketler vardır ve onları tek tek kelimeler karşılayamazlar. Bu nedenle tek kelime ile karşılanabilen nesneleri ve hareketleri daha geniş olarak ifade etmek veya tek kelimenin karşıladığı nesne ve hareketlerden daha geniş nesne ve hareketleri karşılamak için kelimeden daha geniş dil birlikleri olan kelime gruplarına başvurmak gerekebilir.
Esas itibarıyla kelime grupları tek kelime ile karşılanamayan varlık, kavram, nitelik, durum ve hareketleri karşılar veya bunların anlamlarını genişletir, belirtir, niteler ve pekiştirirler (Karahan, 2006, 39). Türkçede pek çok kelime grubu olmakla birlikte bunlardan biri de kalıplaşmış dil ögeleridir.
Kalıplaşmış Dil Ögeleri[1]
Bir dilin kudretinin söz varlığının kudretiyle yakından ilgili olduğu herkesçe bilinir. Dilin gücünün bir göstergesi olan söz varlığı ise temel anlamında kullanılan ve sözlüklerde madde başı olan kelimelerden oluştuğu gibi gerçek anlamının yanı sıra bir kısım mecazlar barındıran kalıplaşmış ifadelerden de oluşur (Aksan 1996, 191). Bu yönüyle Türk dili yapısında barındırdığı kalıplaşmış sözler açısından oldukça zengin bir dildir.
En az iki sözcükten oluşan, içindeki sözcükleri temel (düz) anlamlarını yitirmeden yeni bir kavramı, durumu, eylemi karşılayan söz birlikleri olarak tanımlanan kalıplaşmış sözler (Çotuksöken, 1994, 8), Erol’un (2007, 14) tespitiyle toplumun kültürünü, inançlarını, gelenek ve göreneklerini yansıtır. Bu anlamda “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” gibi bir ifade dinin ve kültürün bir yansıması olarak da ayrı bir değer taşır.
Kalıplaşmış sözler ve onların söz dizimi değiştirilmez. Değiştirildiği takdirde bu bir ifade kusuru sayılır. Örneğin “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” cümlesini “Atı alan Ümraniye’yi geçti.” biçiminde değiştirmek mümkün olmadığı gibi eciş bücüş ifadesini bücüş eciş, yalan yanlış ifadesini ise yanlış yalan olarak değiştirmek doğru olmaz.
Kalıplaşmış sözler genellikle az sayıda sözcükten oluşur, bazıları cümle değerinde olan bu yapılar kelime grubu şeklinde de bulunur. Bundan ötürü de kalıplaşmış sözler çabuk algılanıp zihinde kalıcı olur (Wray 2002, 18). “Göz var, izan var, gün doğmadan neler doğar, emanet eşeğin yuları gevşek olur; gönlünden geçirmek, çekip çevirmek, kılık kıyafet köpeklere ziyafet; kütür kütür, sabah akşam, günlük güneşlik” ifadelerinin tamamı gerek kelime sayılarıyla gerek kelime tekrarlarıyla gerekse iç yapılarındaki kafiye ve zıtlıklarla diğer dil birimlerine göre daha kolay algılanıp daha geç unutulurlar.
Yapıları itibarıyla zihinde kalıcı olan kalıplaşmış sözler, içinde bulundukları bağlama göre kullanılır. Örneğin kalıp bir söz olan “Allah rahmet eylesin.” ifadesi bir hasta ziyaretinde kullanılmaz. Bu sözün kullanılması için mutlak suretle birinin vefat etmiş olması gerekir. Aynı şekilde durgun ve düşünceli bir insan için “Etekleri zil çalıyor.” ifadesi yerine, “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” ifadesi uygun düşer.
Kalıplaşmış sözler ayrıca belirli bir işlevi yerine getirmek için kullanılır. Örneğin “Dilenciye borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda.” sözü bir nasihat işlevi taşırken “Kusura bakma ya da özür dilerim.” ifadeleri hatalı davranılan bir eylemi ya da sözü telafi etmeye yönelik bir işlevi yerine getirir.
Kalıplaşmış dil ögelerini atasözü, deyim, ikileme ve kalıp sözler altında incelemek mümkündür. Ancak bu çalışmanın konusu olması münasebetiyle yalnızca atasözü ve deyim başlıkları üzerinde durulacaktır. Kalıplaşmış olmaları açısından benzerlik taşıyan bu birimler amaçları ve işlevleri yönüyle ise farklılık arz etmektedir.
[1]Bu bölümün yazılmasında Nobel Yayınlarından çıkan Türk Dili I Kitabı için hazırlanmış olduğum “Kelime Grupları” isimli kitap bölümünden önemli ölçüde faydalanılmıştır.
Atasözleri
Sözlükte “Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, deme, mesel, sav, darbımesel (TDK 2011, 180)” olarak tanımlanan atasözleri cümle değerinde ifadelerdir. Yazılı kaynaklarda Orhun Abidelerinden itibaren yer bulan atasözü niteliğindeki birlikler, özellikle Dede Korkut Hikâyelerinin mukaddime kısmında yoğun biçimde göze çarpar.
Allah Allah demeyince işler düzelmez, kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. …El oğlunu beslemekle oğul olmaz. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz. Kara eşek başına gem vursan katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz. ….Eski pamuk bez olmaz, eski düşman dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra çekmez (Ergin 2009, 15-16).
Millete dair pek çok motifi yapısında barındıran atasözleri, ataların bir durum ya da olay karşısındaki derin tecrübelerini geleceğe aktarır. Genellikle bir veya iki cümleden oluşan bu kısa ve özlü ifadeler, bazen uzun soluklu yazılarla bazen de sözlerle açıklığa kavuşturulamayan düşüncelerin yerini tutabilir. Örneğin makamların geçiciliğini, makam arzusunun nihai amaç olmaması gerektiğini anlatan “Mahkeme kadıya mülk değil.” sözü bu eksende değerlendirilebilecek öz bir cümledir.
Kısa ve öz bir anlatıma sahip olan atasözleri bununla birlikte kalıplaşmış ifadelerdir. Aksoy (1988, 132) bu konuda atasözlerinin belli bir kalıp içinde belli kelimelerle söylenen donmuş bir biçim olduğunu; atasözlerinin içindeki kelimelerin değiştirilemeyeceği gibi sözdiziminin de bozulamayacağını dile getirir. Örnek vermek gerekirse “Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış.” cümlesinde karga kelimesi kartalla yahut başka bir kuş cinsini ifade eden bir kelimeyle değiştirilemez. Benzer olarak “Bir ağacın gölgesinde bir sürü yatar.” ifadesi “Bir sürü yatar, bir ağacın gölgesinde.” biçiminde yeniden ifade edilemez.
Atasözleri zaman zaman içinde barındırdığı sanatlarla dilin gücünü de gösterir. Nitekim dil denen mucizenin atasözleri ve deyimlerde ayrı bir anlam, zenginlik, kıvraklık, kesinlik ve güzellik kazandığını ifade eden Yetiş ( 1993, XI) de böyle düşünür. “At sahibine göre kişner; eşeği düğüne çağırmışlar, ya odun eksik ya su demiş; güvenme varlığa, düşersin darlığa” örneklerinde olduğu gibi pek çok mecaz, konuşmacı anlatım ve tezat halk muhayyilesinin bir ürünü olan atasözlerinde yer bulur.
Dilin etkili kullanımında ve birtakım tecrübelerin edinilmesi hususunda gelecek kuşaklara faydalı olmakla beraber özelde atasözlerinin genelde ise kalıplaşmış sözlerin zaman zaman kendi içinde çeliştiği ya da hikemî bir anlam ifade etmediği durumlar da olabilir. Bu noktada “İyi insan lafın üstüne gelir/ iti an, çomağı hazırla; fazla mal göz çıkarmaz/ azıcık aşım, kaygısız başım; harama el uzatılmaz/ üzümünü ye bağını sorma” ifadeleri birbiriyle çelişmekte aynı şekilde “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın; devletin malı deniz, yemeyen domuz.” gibi atasözleri ise büyük ölçüde milletin asli değerleri ile uyuşmamaktadır.
Erzincan Yöresinde Kullanılan Atasözleri
Bölgedeki atasözü varlığı ile ilgili yapılan derlemelere bakıldığında (Albayrak 1982 ve Tombul 2014) yöreye ait atasözü niteliğindeki kullanımların oldukça fazla olduğu görülür. Bu kullanımlardan bazıları farklı coğrafyalarda dillendirilse de özellikle ağız özellikleri göz önünde bulundurulduğunda bazılarının kaynağının doğrudan Erzincan bölgesi olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Herkesinki bastık olur basılır; bizimki de ceviz olur şakkılar. (Herkeşinki basdığ olur basulur, bizimki de cevüz olur şakgılar.) / İt duriy (duruyor), karnında eniği konuşiy (konuşuyor). (İt durıy, garnında enügü gonuşıy.)/ Martta merek, aprilde terek. (Martta merek, ebrulda terek.)/ Yerindüklerim dağların başında, kınadıklarım tandırın başında. (Yeründüklerim dağların başında, gınaduhlarım tandurun başında.)/ Allah, eşşeğe boynuz vermez ki, camuşun partını deşmeye. ( Allah eşşege buynuz vermez ki, camuşun partını deşmiye.)/ Acından ölenin mezeri yoh./ Ağır bastımı yeylik kalkar havaya.
Akıl insanları diğer canlılardan ayıran en önemli melekedir. Bu anlamda Erzincan yöresinde kullanılan atasözlerinde akıl, insana ait ayırt edici bir değer olarak değerlendirilir. Aklın yüceltildiği atasözlerinde, cehalet, ahmaklık ve delilik pek çok zaman yerilir.
Akıllı bilmediğini söylemez. (Ahıllı bilmedügünü söylemez.)/ Akıllı işini görür, ahmak başında bekler. (Ahıllı işini görür, ahmah başında bekler.)/ Aklı olmayana Şam da şeker de birdir. (Ahlı olmıyana Şam da şeker de birdür.)/ Horoz kadar aklı olan, vaktinde öter. (Horoz gatden ahlı olan, vahdında öter.)/ Öfke ile beraber akıl da uçup gider. (Öfgeynen barabar ahıl da uçar gider.)/ Dilinin belasından aklını koru. Cahilde (n) akıl (lı) olmaz, yalancıda (n) kâmil olmaz. (Cahalda ahıl olmaz, yalancı da kâmil olmaz.)/ Cahilliğinin farkında olamamak, cahilin hastalığıdır./ İnsanda cehalet, öğrenme ihtiyacı durunca başlar./ Delinin mektubu okunmaz. (Delinin mektubu ohunmaz.)/ Deliyi everme, deli çoğalır. (Deliyi everme, deli çoğalur.)
Söz söyleme geleneğinin de Erzincan’da kullanılan atasözleri içinde önemli bir yeri vardır. Konuşurken haddini bilmenin, gereksiz konuşmamanın, az ve güzel söylemenin erdemi atasözlerinde muhtelif şekillerde vurgulanır.
Boşbağazı cehenneme atmışlar “odun yaş” diye bağırmış. (Boşboğozu cehenneme atmışlar, “odun yaş” diye bağırmış.)/ Boşboğozun ciğarası tez söner./ Boş laf karın doyurmaz. (Boş laf garın doyurmaz.)/ Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz. (Çoh laf yalansuz, çoh mal heramsuz olmaz.)/ Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. (Datlı dil yılanı delügünden çıhardur.)/ Tatlı ye, tatlı söyle. (Datlı yiyek, datlı gonuşah.)/ Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez. (Gılınç yarası geçer, dil yarası geçmez.) Kem söz, kalp akçe sahibinindir. (Kem söz, galp para sahabınındır.)
Aklı ve söz söylemenin değerini yüceltmesi yönüyle dikkat çeken atasözleri, bazen çeşitli erdemleri yücelterek bazen de kötü bir durumu olumsuzlayarak toplum hayatına düzen vermeye çalışır. Ağır olma, kindar olmama, kendini bilme, çalışma, sabır, dostluk, kanaat ve doğruluk atasözlerinde öne çıkan değerlerin başında gelmektedir. Yine de Erzincan atasözlerinin geneline bakıldığında bir değeri aktarmaktan daha çok bir durum tespitine yönelik söylendikleri görülür.
Ağır ol ki, batman gelesin. (Ağır ol, batman gelesen.)/ Ağır taşı kimse yerinden kaldıramaz. (Ağır daşı kimse yerinden oynadamaz.)/ Aşını, eşini, işini bil./ Borç ile şarap içen, iki kere sarhoş olur./ Çalışan insan kitaptır, çalışmayanın yüzü yoktur./ Dostluk hayatın anasıdır./ Yeme ile dost olan, her gün küskülü olur./ Ayıp arayan göz güzelliği göremez./ Kırk biliyorsan, (yine) bir bilene danış./ Yazın katlanan, kışın sevinir./ Aza kanaat etmeyen, çoğu hiç bulamaz. (Aza ganeet etmeyen, çoğu bulamaz.)/ Doğrunun yardımcısı Allah’tır. (Dorğunun yardımcısı Allah’dur.)
Atasözleri üzerinden toplumun yaşantısıyla bağlantılı olarak sosyolojik bir kısım saptamalar yapmak da mümkündür. Özellikle bölge insanının inancına ve geleneklerine dair pek çok ipucu atasözlerinde yakalanabilir. Allah, cennet, ramazan, bayram, Kadir, Hızır, töre, oda dizmek gibi ifadelerin geçtiği atasözleri toplumun hayat algısına ayna tutması yönüyle de önem arz etmektedir.
Almadan vermek Allah’a mahsus./ Ana cennetin köşesidir./ Bulanda bayram, bulamayanda ramazan. (Bulanda bayram, bulmıyanda ramazan.)/ Hakk’ın işine, dağın karına karışılmaz. (Hakgın işine, dağın garına garışılmaz.)/ Her geceyi kadir bil, her gördüğün (gördüğünü) Hızır bil./ İl (el) bırakılır, töre bırakılmaz./ Kız anadan öğrenir oda dizmeyi; oğul babadan öğrenir suvak (sokak) gezmeyi. (Gız anadan örgenür oda düzmeyi, oğul babadan örgenür suvah gezmeyi.)/ Ecel geldi cihana baş ağrısı bahane. (Ecel geldi cahana, baş arğısı mahana.)/ Adaletin kestiği parmak acımaz./ Azrail gelince oğul, uşak sormaz./ Kul bunalmayınca Hızır yetişmez. (Gul buğalmıyandan Hızır imdada yetişmez.), Hakkın işine dağın karına karışılmaz. (Hakgın işine dağın garına garışılmaz.)
Bölge insanın ekonomik durumuyla bağlantılı olsa gerek fakirlik de atasözlerinde sıklıkla dile getirilen konulardandır. Fakirliğin sonuçlarına ve fakir insanın duygu durumlarına ilişkin atasözlerinde yapılan tespitler maddiyatın insan üzerindeki etkisini çeşitli açılardan görmek açısından değer taşımaktadır.
Aç ölmez gözü kararır; susuz ölmez benzi sararır (Ac ölmez benzü sararur.)/ Acından kimse ölmemiş./ Acından ölenin mezeri yoh./ Allah fukarayı sevindirmek isterse önce eşeğini yitirtir, sonra buldurur. (Allah fıkgareyi sevündürmek isterse önce eşşegini gaybeder, sorna da buldurur.)/ Dilden gelen elden gelse her fukara padişah olurdu. (Dilden gelen elden gelse fıkgarelerin hepsi padişah olurdu.)/ Eksiksiz ev, yoksulsuz köy olmaz. (Esgüksüz ev, yohsulsuz köv olmaz.)/ İki çıplak bir hamama yakışır. (İki çılpah bir hamama yahuşur.)/ Reşberin garnını yarmışlar gelecek sene çıhmış./ Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır. (Zengün arabasını dağdan aşurdur, fukgare düz ovada yolunu şaşurdur.)
Kadın algısı da atasözlerinde belirgin biçimde öne çıkar.
İncelen atasözlerinde kadın genellikle annelik, çocuk yetiştirme, ev hizmetlerini yerine getirme görevleriyle sivrilir. Atasözlerine bakıldığında kadının geleneksel rollerini koruduğunu ve yer yer de aşağılandığını tespit etmek güç değildir.
Hanım getir bey doğura. (Hanım getür beg doğura)/ Hanım var ki arpa unundan aş eder, hanım da var ki buğday ununu termaş eder. (Hanım var ki arpa unundan aş eder, hanım da var ki buğda ununu termaş eder.)/ Hatan kızım, hatan kızım, öğlene kadar yatan kızım; öğlenden sonra batman eğirip, batman dokuyan kızım. (Hatan gızım, hatan gızım, övleye çek yatan gızım; övleden sonra batman eğirip, batman tohuyan gızım)/ Varlığını karına bildirme müflis eder; yokluğunu bildirme rezil eder. (Varlığıy gara büldürme müflis eder, yohluğıy büldürme rezil eder.)/ Yağmurdan sonra ekilen darıdan, erinden sonra kalkan karıdan hayır gelmez./ İki karı (kadın) birbirine umutlanmış; eti çengelde kurtlanmış. (Gaynana geline mutlanmış, çengelde et gurtlanmış)/ Bir karı pir karı, üç karı hiç karı. (Bi garı pir garı, üç garı heç garı.)/ Bir kız yerine, ya da yerin dibine. (Bi gız ya yerine ya da yerin dibine.)/ Bizim gelin kilim getirdi; kendi getirdi, kendi oturdu. (Bizim gelin kilim getürdü, gendi getürdü gendi oturdu.)/ Nakışın yanlışı ile avradın oynaşı belli olmaz. (Nahışın yannışıynan avradın oynaşı belli olmaz.)/ Elinin hamuruyla erkek işine karışma. (Eliy hamuruynan erkeg işine garışma.)/ Kancık yalanmadan erkek dolanmaz. (Gancığ it guyruh sallamasa erkeg it arhasından getmez.)/ Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya. (Gızı gendi göynüne bırahursan ya davulcuya varur ya zurnacıya.)/ Kızını dövmeyen dizini döver. (Gızını dögmiyen dizini döver.)/ Kızın var, sızın var. ( Gızın var mı, sızın var.)/
Kadın gibi atasözlerinde olumsuz özellikleri ile beliren diğer karakterler ise evlat ve kardeştir. Eserlerde kardeş ve evlada dair bir iki istisna haricinde olumlu anlamda söylenmiş atasözlerine rastlamak oldukça güçtür.
Düştük oğul eline, minnet eyle geline. (Düşdük oğul eline, minnet eyle geline.)/ Küçükken balam oğul; büyüyende belam oğul. (Küçcükken balam oğul, böyüyende belam oğul.)/ On paralık babadan beş paralık oğul olur. (On paralıh babadan, beş paralıh oğul olur.)/ Baba oğula bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş. (Baba oğula bi bağ üzümü bağışlamış, oğul babasına bi salhum üzümü gıymamış.)/ Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı. (Yaza çıhartduh danayı, beğenmez oldu anayı.)/ Karın kardaştan ileri. (Garın gardaşdan ireli.)/ Bacı bacıyı sevse yerine varmaz, kardeş de kardeşini sevse karısını almaz. (Bacı bacıyı sevse yerine varmaz, gardaş da gardaşını sevse garısını almaz.)/ Ayı gardaş, gurt gardaş, gine gardaş gine gardaş.
Atasözlerinde aile bireyleri üzerinden yansıtılan olumsuz düşünce aile dışından bireylere yönelik olarak da sergilenir. Elin güvenilmez olduğu sürekli olarak telkin edilir. İtiyatlı davranmak adına yerinde olan bu düşünce güvene dayalı ilişkilerin tesisi açısından ise sıkıntı yaratabilir.
Elin iyisi, itin dayısı olmaz. (Elin eyisi, itin dayısı olmaz.)/ Elin önü ile selin önü alınmaz. (Elin önüynen, selin önü alınmaz.)/ El sözü ile pancar lapası yenmez. (El sözüynen pancar lapası yenmez.) /Eğilip su içme el variken, yalnız yola çıkma el variken. (Egili su içme el varıken, yalovuz yola çıhma el varıken.)/ Eve çalışanın yüzü ağarır, ele çalışanın gözü ağarır./ El yumruğu yemeyen, kendi yumruğunu değirmen taşı sanır. (El yumruğu yemiyen, gendi yumruğunu balyoz zannedermiş.)/ Elden gelen övün olmaz, o da vaktinde bulunmaz. (Elden gelen övün olmaz, o da vahdında gelmez.)/ Elin ağzı torba değil ki büzesin. (Elin ağzı torba devül ki büzesen.)/ El yarası duvar deliği (El yarası, duvar delügü)/ Komşunun tavuğu komşuya kaz, karısı kız görünür. (Gomşunun tavuğu gomşuya gaz, garısı gız görünür.)
Erzincan atasözlerinde dikkat çeken bir diğer özellik ise at, eşek, horoz, inek, köpek, kurt, kuş, kuzu, öküz, tilki gibi hayvanlar üzerinden söylenen cümlelerdir. Bu hayvanlar içinde sıklık açısından bilhassa atın ve kurdun önemli bir yeri vardır. Atasözlerinde bu hayvanların sıklıkla yer bulması kadim zamanlarda hayatın bir parçası olma özelliğinden kaynaklanmaktadır.
At kaçtı, palan düştü. (At gaçtı, palan düşdü.)/ Atına bakan, arkasına bakmaz. (Atına bahan, götüne (dönüp arkasına) bahmaz/ Atlı oynar, yiğit öğünür; kılıç keser, kol öğünür./ Atlı sığmış, itli sığmamış./ Atlar tepişir, arada eşekler ezilir. (Atlar tepüşür, arada eşekler gider.)/ Boş torbaya at gelmez./ Ortak atın beli kırıktır. (Ortah atın beli gırıh olur.)/ El, elin eşeğini türkü çağırarak arar. (El elin danasını türkü çağırarah arar.)/ Horoz kadar aklı olan vaktinde öter. (Horoz gatden ahlı olan vahdında öter.) /Koyunun kuyruğu kendine yük değildir (Goyunun guyruğu gendine yük olmaz.)/ İnek almıyor, dana emmiyor. (İneg almıy, dana emmiy.)/ Merekte yatan kedinin ömrü uzun olur./ Koçluk kuzu, koz önünde belli (dir) olur./ İtten kuzu doğmaz. (İtden guzu doğmaz.)/ Kurt bunalır ahıra düşer, insan bunalır insana düşer. (Gurt bunalur ahura düşer, insan bunalur insana düşer.)/ Kurt dumanlı günde avlanır. (Gurt dumannı günde avlanur.)/ Kurt gelmiş sürüye, vay gelmiş biriye (birine). (Gurt dalmış sürüye, vay geldi biriye.)/ Kurtlar kocayınca itler üreğen olur(lar.) (Gurtlar gocıyandan itler üregen olur./ Kuş ki kuş, barhanasıyla uçar. (Guş ki guş, barhanasıynan uçar.) / Kuş kanadıyla, er atıyla. (Kuş ganadıynan, er atıynan.)/ Öküzü kaşkasından döğerler./ Yorgun öküze “ho” manadır. (Yorğun öküze “ho” mahanadur.)/ Öküzüm büyük olsun da çifte gitmesin. (Öküzüm böyüg olsun da çüte getmesin.)
Halkın tabiatla ilişkisi ve bu ilişki yoluyla edinmiş olduğu tecrübeye dayalı bilgi de Erzincan yöresinde kullanılan atasözlerine yansır. Şifalı bitkiler, mevsimlere göre yapılması doğru olan veya olmayan davranışlar atasözlerinde açık biçimde dile getirilir.
Dağ meyvesi acı da olsa derde dermandır. (Dağ meyvası acı da olsa derde dermandur.)/ Kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden. (Gorh ebrulun beşinden, öküzü ayırur eşinden.)/ Mart ayı, dert ayı. (Mard ayı derd ayı.)/ Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır. (Mart kapıdan bahdurur, gazma, kürek yahdurur.)/ Yazın yaşa kışın taşa basma. (Yazın yaşa gışın taşa basma.)/ Yedi dağa (yağar), bir bağa (yağar). (Yeddi dağa, bi bağa)
Deyim
Geçmişte ıstılah ve tabir adlarıyla da bilinen ve Elçin tarafından “Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözler (Elçin 2005, 642)” biçiminde tarif edilen deyimler, bir milletin medeniyet algısını, kültürünü, değerlerini, dil zevkini göstermesi açısından önemlidir. Atasözleri gibi kalıplaşmış sözler olarak değerlendirilebilecek deyimler genellikle “aşka düşmek, buz bağlamak, bir yastığa baş koymak, gönlünü hoş etmek, göz nuru dökmek, içini kemirmek, kalbe dokunmak, sözünü yemek” örneklerinde olduğu gibi mastarla biter. Tabii burada “beynamaz özrü, kaçın kurası, ağır ol, anasının gözü, taş bebek gibi; beğenmeyen küçük kızını vermesin, adı çıkmış dokuza, inmez sekize; yumurtadan daha dün çıkmış; ne ölüye ağlar ne diriye güler.” gibi mastar hâli dışında kalıplaşan yahut cümle hâlinde teşekkül eden kullanımları unutmamak gerekir.
Özellikle deyimlerin cümle hâlindeki kullanımları atasözleri ile karıştırılmaktadır. Burada deyimlerin amacının atasözleri gibi nasihat vermek olmadığını unutmamak gerekir. Altaylı’nın (2010, 131) da belirttiği gibi atasözlerinin asıl amacı nasihat etmek, yol göstermek ve ibret alınması gereken gerçekleri bütün çıplaklığı ile göstermekken, deyimlerin amacı bir anlayışı özel bir kalıp içinde veya ruhu cezbeden bir dille insanlara ulaştırmaktır. Aksoy ise (1988, 142) deyimler ile atasözlerinin farkını anlatırken deyimlerin atasözleri gibi düstur niteliğinde söz olmadıklarını dile getirmektedir. Aksoy’un bakışıyla örnek vermek gerekirse “Gelin girmedik ev olur, ölüm girmedik ev olmaz.” ifadesi genel bir kural niteliğindedir ve insanlara ölümün hakikat olduğu gerçeğini hatırlatır, bu nedenle de bir atasözüdür. Aynı şekilde “Dünya malı dünyada kalır.” ifadesi de genel bir kural niteliği taşır ve insanlara dünyanın geçiciliğini, maddi birtakım unsurların ahiret hayatına taşınamayacağını anlatarak bir gerçeğe işaret eder. Ancak “En akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor.” ya da “Ne kızı veriyor ne dünürü küstürüyor.” ifadelerine bakıldığında durum farklılık arz eder. Zira cümleler düstur özelliği taşımamakta, herhangi bir şekilde nasihat içermemektedir. Her iki cümlenin de yalnızca durumu betimlemek için söylenmiş bir cümle olduğu görülmektedir.
Deyimler aynı zamanda sanatsal söyleyişlerdir. Yapısında bulundurduğu mecazlarla, tekrarlarla, gelişmiş benzetmelerle, ses oyunlarıyla dilin gücünü ortaya koyan deyimler, dilin ne denli işlenmiş olduğunu da bir anlamda belirtmektedir. “Besledik büyüttük danayı, tanımaz oldu anayı; anca beraber kanca beraber; doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı; saldım çayıra, Mevla kayıra; bilir bilmez; söz bir, Allah bir; kuş beyinli; saçını süpürge etmek; ser verip sır vermemek” gibi kalıplaşmış sözler yalnızca anlam olarak değil şekil açısından da bir estetiğe işaret etmektedir.
Deyimlerin hepsi için söylemek mümkün olmasa da önemli bir kısmı Pala’nın (2005, 7) söyleyişi ile bir öyküye, efsaneye ve vakaya dayanmaktadır. “Abayı yakmak, afyonu patlamak, ağzına tükürmek, Ali kıran baş kesen, bel bağlamak, çizmeyi aşmak, dolap çevirmek, hapı yutmak, ipe un sermek, turnayı gözünden vurmak, vermeyince Mabut” gibi deyimlerin hepsinin bir hikâyesi vardır. Bugün gerek yetişkin gerekse çocuk edebiyatı çerçevesinde doğrudan deyimlerin hikâyelerini anlatan eserler kaleme alınmıştır.
Erzincan Yöresinde Kullanılan Deyimler
Yörede kullanılan deyimler içerik itibariyle ülkenin genelinde kullanılan deyimlerle benzerlik göstermektedir. Toplum yaşayışının bir nevi özeti olan bu dil malzemeleri doğumdan ölüme hayatın bütün safhalarında kullanılmıştır. Bu nedenle onlarla ilgili sınırları belirli bir tasnif yapmak güçtür.
Erzincan yöresinde kullanılan deyimlerle ilgili dikkat çeken ilk husus tıpkı atasözlerinde olduğu gibi akıl ekseninde pek çok ifadenin halkın muhayyilesinde çeşitli biçimlerde yaşıyor olmasıdır. Bu durum aklın toplum nezdinde önemli bir değer olarak görülmesinden ve akılla ilgili ülke sathında kullanılan pek çok deyimin aynı zamanda Erzincan yöresinde de kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
akla yakın olmak (ahla yahın olmah); aklı almamak (ahlı almamah); aklı başına gelmek (ahlı başına gelmek); aklı çatallanmak (ahlı çatallanmah); aklı defter olmak (ahlı defter olmah); aklı durmak (ahlı durmah); aklı kendine yar değil (ahlı gendine yar degül); aklına sonradan gelmek (ahlına sornadan gelmeh); aklına yatmak (ahlına yatmah); ahlı tarlanmah; zihin açıklığı (zehin açuhluğu); zihnini yormak (zehnini yormah)
Erzincan yöresinde kullanılan deyimlerle ilgili frekans olarak dikkat çeken diğer bir husus ise fiziki betimlemelerin çok fazla oluşudur. İnsanların yüz ifadelerine, kulaklarına, burunlarına, kilo durumlarına, boylarına, ten renklerine bakılarak deyimler yoluyla bir güzellik ve çirkinlik algısı oluşturulduğu söylenebilir.
avurtları çökmek; annı takgış; gözleri içine batmış; harman ağız küvle burun; asık suratlı (asuh suratlı); bacak kadar (bacah gatden); bastıbacak (basdıbacah); beli bükülmek; beti benzi solmak (beti benzi solmah); bezükmüş gözlü; bir deri bir kemik kalmak (bi deri bi gemük galmah); çatuh gaşlı; çırpı gibin; dal kimin; dıbız olmah; dölcek gafalı; düylek gafalı; enük sıfatlı; ekşi surat (eşgi surat); eşek kadar (eşşek gatden); evelik suratlı; kaburgaları sayılmak (gaburgaları sahılmay); kalem kaşlı (galem gaşlı); karnı karnına geçmiş (garnı garnına geçmiş); karpuz gibi (garbuz gibin); kazma dişli (gazma dişli); kazık kadar (gazuh gatden); gedük dişli; kıl gibi (gıl gibin); gılik gibin olmah; gırdovuc olmah; gogoş burunlu (goggoş burunnu); gömgök kesilmek; (Götden bacaklı) götden bacahlı; hokka gibin; hombul oğlan; kemçük suratlı; kemçüg ağızlı; kete yüzlü; kösövü kesilmek; lopbig et kesilmek; marsık gibi olmak (marsıh gibin olmah); mühür gözlü (möhür gözlü); rapata suratlı; servi boylu (selvü boylu); sırık gibi olmak (sırıh gibin olmah); sırım gibi (sırım gibin); solucan gibi (soğulcan gibin); söve yüzlü; tığ gibi (tığ gibin); tuluh gibin olmah; zebellah gibi (zebellah gibin)
Fiziki betimlemeler kadar frekans olarak deyimlerde tekrar eden önemli bir özellik de söz söylemeye ilişkin yapılan tespitlerdir. Sözün toplumun türlü kesimlerince nasıl söylendiği ve mahiyetinin ne olduğu Erzincan yöresinde kullanılan pek çok deyimde dile getirilmeye çalışılmıştır.
ağu gibi; ağzı garalı; ağzına poşa degenegi deymek; ağzından burnundan dökmek (ağzından burnundan tökmek); ağzını hayıra, gıçını bayıra aç (ağzıy heyre, götiy bayra aç); alttan üstten gonuşmah; ballandıra ballandıra anlatmak (ballandura ballandura annatmah); bir ayak üstünde bin yalan söylemek (bi ayağının üstünde gırh yalan uydurmah); bi çüt sözü galmah; bire bin katmak (bire bin gatmah); boşboğazlık etmek (boşboğozluk etmek); devamsuzluğ etmek; dili bir karış (dili bi garış); diline sağız etmek; dili sigilli olmah; karnından konuşmak (garnından gonuşmah); her tarladan bi kesek; herze yemek; laf söyledi bal kabağı, duymasın sakız kabağı (laf söledi bal gabağı, duymasın sağız gabağı); laklak etmek (lahlah etmek); lallik kesilmek; lambur lumbur etmek; lolo ohumah; nutuk atmak (nutuğ atmah); sapur supur gonuşmah; sövüp saymak (sögüp saymah); söylemediğini bırakmamak (sölemedügünü bıraahmamah); söz tessahlamah; sözüne itinmek; taksitle konuşmak (taksitnen gonuşmah); tok sözlü olmak (toh sözlü olmah); tostosun hekâtını annatmah; yerli yersiz konuşmak (yerli yersüz gonuşmah)
Söz söyleme ile bağlantılı diğer bir durum ise Erzincan yöresinde kalıplaşmış biçimde kullanılan sevgi sözcükleridir. İçtenliğin yansıması olan bu sözcükler genellikle yaşça küçük kimseler için kullanılmaktadır.
Ada yassir olum, ağzıy içini yeyim, anam babam, ciğerimin köşesi (ciğerimin köşesi), öğünde ölim
Deyimler başlangıçta da ifade edildiği gibi toplumun ta kendisidir ve deyimlerde topluma dair pek motifi bulmak mümkündür. Bu anlamda Erzincan insanın inançları da deyimlere yansımıştır.
Allah’a havale etmek (Allah’a hevale etmek); Allah bana ben de sana (Allah baha, ben saha); Allah başından yağdursun; Allah daim etsin (Allah dayım etsin); Allah gani gani rahmet etsin; Allah taksiratını affetsin (Allah tahsiratını affetsin); abdestinde namazında olmak (epdesinde namazında olmah); eşek cenneti (eşşek cenneti); kırklara karışmak (gırhlara garışmah); kıyamete kalmak (gıyamete galmah); haram yemek (heram yemek); hatim indirmek (hatim yendürmek); ifdar surfası; rahmet okumak (rehmet ohumah); mısaf çarpsın ki;
İnanç bağlantılı deyimler gözden geçirildiğinde dua mahiyetli pek çok deyimin Erzincan yöresinde kullanıldığı görülür. Bunun tersi biçimde dua kadar çok olmasa da deyimlerde yer yer kargış ögelerine de rastlamak mümkündür.
baba yiyesen; babanın topunu ye; çenen tutulssun (çehen dutula); gorunda yatamamah; heram, itgan olmah; yüzün töküle
Deyimler toplumun geleneklerine, düğünlerine, nişan törenlerine, aile algısına da ışık tutmaktadır.
hatire getmek; aşık oynamak (aşşuğ oynamah); başgöz etmek; başı bağlı olmak (başı bağlı olmah); çüte çubuğa garışmah; düğününde kalburla su taşımak (dügününde halburunan su daşımah), dünür gitmek (düğür getmek); ere varmak (ere varmah); garılığ etmek, kırkı çıkmak (gırhı çıhmah); gırhlanmah; iç güveyi girmek (işgövü girmek); toy dügün etmek
Gelenekle bağlantılı düşünülebilecek bir diğer durum ise deyimlerde yemek kültürünün ya da yemek kültürü ile bağlantılı davranışların sıklıkla zikredilmesidir.
hamur küntlemek, bi gıt, çiçek başı otlamah; dakgırik kesilmek; davşan ganı; gayasa bağlamah; gıcirig olmah; gıgof etmek; kıtlama çay (gıtlama çay); hasıl etmek; hamuru eşgitmek; kırkıra gelmek; kısgıt olmah; kıtrig olmah
Öyle ki deyimlerde yalnızca yiyeceklere ait özellikler zikredilmez, bu yiyecekleri yiyenlerin olumlu-olumsuz bazen fiziksel bazen de nefsani özelliklerden de söz edilmektedir.
boğazı kütülemek (boğozu kütülemek); boğıza şiş aha; boğozunu sevmek; dibine darı ekmek; elma cevüz; dert boğoz; fıs çıhmah; garnı tıranka gibin olmah; garnı tıstımbıl olmah; kıtlıktan çıkmış gibi yemek (gıtlıhdan çıhmış gibin yemek); gözlere bağlıyacam; herkeş müsüründen yesin; işkembesini şişirmek (işgembeyü şişirmek)
Çevre şartları, toplumdaki insanların uğraş alanları, tabiatla mücadele çabaları da deyimlerin içeriğini şekillendirir. Aşağıdaki gibi pek çok deyim yörede yaşayan insanın ne ile meşgul olduğunu, tabiatla ilişkisini hangi doğrultuda sürdürdüğünü net olarak gösterir.
harh çıkartmak; hozan olmah; ayam bozdu; bel bellemek, çifte gitmek (çüte getmek); dabağ almah; dıcik atmah; dırmıh çekmek; döle binmek; düğüm gibin; eleg altı; fıncig atmah; garıh yapmah; gem sürmek; gevar çevürmek; gevüş getürmek; koç katımı (goç gatımı); gurka çıhmah; herg etmek; haseg olmah; kelgürden geçirmek; lövlez düşürmek; malamucur olmah; massayı gemin üsdüne goymah; megil etmek; nişan vermek; sirpot etmek
Kişinin tabiatla ilişkisini gösteren diğer bir durum ise deyimlerde kullanılan zaman ifadeleridir. Kişinin hem tabiat karşısında alacağı tedbirleri hesap etmesi yönüyle önem arz eden bu ifadeler çok somut bir ana işaret etmese farklı ve değerlidir.
Ahşamın darı; ferdası gün; karanlığa kalmak (garannuğa galmah); gış uzun, gıyamet uzun; kocakarı soğuğu; gocagarı fırtınası; gün ağarmak (gün ağarmah); gün battı; hollik yattı; gün tikilmesi; hava kararmak (hava garamah); ortalık ağarmak (ortalığ ağarmah); sabahın körü (sabahın koru); sabağısı; saati saatine (seeti seetine)
Kişinin ekonomik durumu ile ilgili de Erzincan yöresinde pek çok deyim kullanılmaktadır. Bu deyimlerin ekseriyeti fakirlikle ilgilidir.
baldan poha batmah; bey ile bacanak (begnen bacanah); belini doğrultamamak (belini doğruldamamah), bir eli yağda bir eli balda olmak (bi eli yağda bi eli balda olmah); dabanu yaruh; darda kalmak (darda galmah); ekmeg atlı biz yayan; ekmeğe katık yapmak (ekmegine gatığ etmek); eli darda olmak (eli darda olmah); eli genişlemek (eli genişe çıhmah); karın doyurmak (garın doyurmah); kıt kanaat geçinmek (gıt ganeet geçinmek); hali vakti yerinde olmak (halı vahdı yerinde olmah); medine fıkgaresi gibin; meteliğe kurşun atmak (metelige gurşun atmah); rızıh meselesi; sadakaya muhtaç olmak (sadahaya möhtac olmah); suların bi harğa ahması; tilloz bayrağını çekmek; zebun düşmek
Bölgedeki sosyo kültürel yapının özellikleri de deyimlere yansımıştır. Toplum içinde insanların birbirleriyle ilgili algıları birçok zaman olumsuz olarak dillendirilmiştir. Tabii bu olumsuzluğun ironik bir tarafı da vardır.
alavere dalavere Kürt Memmet nöbete; Allah’ın kırosu; Cingenleşmek (Cingenneşmek); Cingennig etmek; dört keçeli Kürt gibin; Kürt çalıyor, Çingen oynuyor (Kürt çalıy, Çingen oynıy); Kürt gibi yiyip içip çarıkları gözlemek (Kürt gibin yeyip içip çaruhlarını gözlemek); naçar galduh, Kürd’e varduh; Poşa eşşeginden uslu olmah
Deyimlerde çok az da olsa görülen bu olumsuzluk ve ironik bakış, kişiler arası ilişkiler söz konusu olduğunda ise daha belirginleşmektedir. Hakarete varan olumsuz göndermeler genellikle bir benzetmeye konu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında olumlu bir değerden mahrum olma da olumsuz göndermeler yapmanın bir başka nedenidir.
hızanlık etmek; hızan’ın gavazanı; adam otarmah; ağlazlıh etmek; analar beleşini çapuda sarmamış; cıfıdın enügü; cıngırahlı yılan; domuz gibi (dounz kibin); endek döndek; engerek tikeni; farfara fıllik; fışgı diden; gevur dinni; kuş beyinli (guş beyinni); ırzı kırık (ırzı gırıh); piç kurusu (pic gurusu); südsüz olmah; şeddeli eşşek; Şam şeytanı; Şıhbızınnı
Sonuç
Erzincan’da kullanılan deyim ve atasözlerinin irdelenmeye çalışıldığı bu bölümde atasözü ve deyimlerde aklın ve birtakım değerlerin yüceltildiği, toplumun yaşayışı ile bağlantılı olarak insanların yeme içme alışkanlıklarından inançlarına, düğünlerinden aile içi ilişkilerine varana dek akla gelebilecek her konunun dile getirildiği görülmüştür. Ayrıca bölgede kullanılan bu deyim ve atasözlerinin olumlu yönlendirmeler yapmakla birlikte olumsuz yönlendirmeler de yapabileceği, içerik olarak zaman zaman sorgulanması gereken bu kalıplaşmış ögelerin, dilsel açıdan ise oldukça önemli ve estetik bir malzeme sunduğu tespit edilmiştir.
REFERENCES/KAYNAKLAR
Aksan, D. (1996). Türkçenin Sözvarlığı. Ankara: Engin Yayınevi.
Aksoy, Ö. A. (1988). Atasözleri, Deyimler. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten-1962, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. s. 131-166.
Altaylı, S. (2010). Atasözü ve Deyimler Arasındaki Farklar. Karadeniz Araştırmaları, 25, 125-134.
Çotuksöken, Y. (1994). Deyimlerimiz. İstanbul: Özgül Yayınları.
Elçin, Ş. (2005). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.
Ergin, M. (2009). Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Erol, Ç. (2007). Türkiye Türkçesinde Kalıp Sözler Üzerine Bir İnceleme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Karahan, L. (2006). Türkçede Söz Dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Ergin, M. (2002). Üniversiteler İçin Türk Dili. İstanbul: Bayrak Yayınları.
Pala, İ. (2005). İki Dirhem Bir Çekirdek. İstanbul: Kapı Yayınları.
Tombul, M. (2014). Erzincan Yöresi Atasözleri. Erzincan: Erzincan Valiliği Kültür Yayınları.
Tombul, M. (2014). Erzincan Yöresi Deyimleri. Erzincan: Erzincan Valiliği Kültür Yayınları.
Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Wray, A. (2002). Formulaic Language and the Lexicon . Cambridge: Cambridge University Press.
Yetiş, K. (1993). Türkçenin Nakışları: Atasözleri-Deyimler-Tekerlemeler-Bilmeceler. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.